Güncelleme Tarihi:
Eğlence biçimleri toplum yaşamıyla ilgili bize sağlam ipuçları verir. Yıllar önce yazları iki eğlence vardı. Biri Türk müziği çalınan bahçeler, diğeri de tuluat kumpanyaları...
Yaz bahçelerine daha önce de değinmiştim. İstanbul’da Tepebaşı, Küçükçiftlik Parkı, Çifte Saraylar ve Üsküdar’da bir bahçe vardı. Kimileri içkili, kimileri içkisizdi. Türk müziğinin solistleri burada çalar söylerlerdi. Ailece giderdik. Ayrıca bahçe sinemaları da vardı. Yemekten sonra başka eğlence yoktu çünkü. Film aralarında gazoz satan çocuklar dolaşırdı. Adeta ünlü İtalyan filmi ‘Cinema Pardiso’ gibiydi. Taşradaki sinemaların nasıl olduğu konusuna iyi şair Ülkü Tamer’in anılarında rastlarız.
Bahçe sinemaları böyle günlerin eğlencesiydi. Son yıllarda yeniden canlandırma girişiminde bulundular. Ama ne yazık ki yaşatamadılar. Çünkü artık hem televizyon var hem de AVM’lerin konforlu sinema salonları...
Eski zamanlardaki alışkanlıkları diriltmek için başka girişimler de oldu ama bazı mekânların ancak insanlarla yaşadığı gerçeği unutulduğu için yaşamadı. Tünel’deki pastaneler bu anlayışın canlandırılması için yapıldı ama o insanlar yoktu. Ragıp Sarıca’sız, Haldun Taner’siz Markiz bir varlık gösteremezdi. Abdülhak Şinasi Hisar’sız Lebon eski havasını yaratamazdı. Beyoğlu’nda Baylan, Gümüşsuyu’nda Park Pastanesi de özelliklerini koruyamadılar.
Tabii yaz aylarında turneleri de unutmamak gerekir. Resmi, ödenekli tiyatrolar da turneye çıkarlardı. Gezi kültürü yerleşmediğinden herkes yazlığa gider, üç ay boyunca orada kalırdı. Bugünkü yazlık yerlerin adı anılmazdı. Yaz eğlenceleri içinde tuluat tiyatrolarının da ayrı bir yeri vardı. Genellikle mahallede megafonla biri gezer, akşamın programını söylerdi. Kapıda da birisi trompet çalar, seyircileri toplardı.
Kimleri seyrettim buralarda? Başta İsmail Dümbüllü’yü. Pişekâr Tevfik vardı, ‘Karagöz ile Hacivat’ gibi, Dümbüllü her söyleneni yanlış anlardı. Sahneye içeriden sesi gelerek çıkar, temenna ederek seyircileri selamlardı. Tanıdıklarına laf atardı.
Bugün de ‘one man show’ yapanlar hemen hemen aynı yöntemi uyguluyorlar. Cem Yılmaz’ı Londra’da seyreden Ertuğrul Özkök de kedisine gönderme yapıldığından söz ediyor. Yıllar önce Ertuğrul Özkök’le birlikte Cem Yılmaz’ın gösterisine gitmiştik. Ona basın dünyasından, bana da edebiyat dünyasından laf atmıştı.
Dümbüllü İsmail, sahne dışında çok ciddiydi, hatta asık suratlıydı! Genellikle akşamüstü Sirkeci’deki saraç dükkânının önünde otururdu.
İkinci tuluat kumpanyası da Şevki Şakrak’tı. Bunların hepsi komedi türündeydi. Mim Baki dramı tercih etmişti. Dünden bugüne seyirlik oyunların tarihi bizim görsel eğlence türünün belgeselidir.
Yazımızın hedefini hatırlatalım: Metin And’ın Türk tiyatro tarihi üzerine yazdığı kitapları ve Cevdet Kudret’in Karagöz ile ortaoyunu üzerine yazdığı kitapları okumalısınız...