Güncelleme Tarihi:
Taksim’i, Beyoğlu’nu sadece birer sokak, cadde, park olmayan; aynı zamanda yaşama, üretme, sevme ve dayanışma biçimlerimizi belirleyerek hayatlarımızı anlamlandıran mekânlar üzerine hararetle konuştuğumuz şu günlerde, Burcu Pelvanoğlu’nun ‘Bir Üretim Mekânı Olarak: Beyoğlu Düşerse’ kitabını okumak çok anlamlı, çok gerekli.
İstanbul, tüm metropoller gibi sürekli değişen, dönüşen bir şehir. Merkezi de çeperi de yüzlerce yıldır kendi dinamikleri gereğince mütemadiyen evrilir. Ancak Beyoğlu’nun son yıllardaki değişimi, kültürel, ekonomik ve siyasi açıdan sembolik değerleri olan bu alandaki dönüşümler, yaşamlarımıza da doğrudan sirayet etmesi bakımından ayrıca önemli.
SANATSAL ÜRETİM DAYANIŞMA İSTER
Paris’in Montparnasse semtinin sanatçılar için bir üretim üssü haline gelişi gibi Beyoğlu da 1930’lar, 40’lar boyunca sanatçıların, edebiyatçıların, gazetecilerin toplandığı, yediği içtiği ve ürettiği bir alan haline gelmiş. Kitabın ilk bölümünde semtin tarihçesini okuyor, Tanzimat’tan 6-7 Eylül’e nasıl gelindiğini görüyor, Beyoğlu’nda açılan kafeler, barlar, restoranlar ve otellerle sosyal hayatın nasıl zenginleştiğine şahit oluyoruz.
İkinci bölümde yazar 6-7 Eylül’den günümüze Beyoğlu’nun dönüşümünü tarihi olaylar çerçevesinde anlatıyor. Tepebaşı Bahçesi, Taksim Belediye Gazinosu, Gardenbar, Maksim, Tokatlıyan Oteli, Pera Palas Oteli, Park Otel ve Cennet Bahçesi, Narmanlı Han, Lebon, Markiz, Nisuaz Pastanesi, Turkuaz Bar, Petrograd, Degüstasyon, Asmalımescit74, Bizim Lokanta, Baylan Pastanesi, Lambo’nun Meyhanesi, Cumhuriyet Meyhanesi, Mısır Apartmanı, Atlas Pasajı, Kulis Bar, Maya Sanat Galerisi, Sanat Dostları Cemiyeti, Filarmoni Derneği dönemin aydınlarının hemen her gece birlikte oldukları, düşündükleri, tartıştıkları ve bu sayede ürettikleri mekânlar... Çünkü sanatsal üretim kolektiftir, dayanışma ve paylaşma ister, sanatçılar bunu biliyor, önemsiyor. Kimse tek başına kocaman atölyeler tutma peşinde değil. Barda laflarken peçetelere şiirler yazılıyor.
Bu kitap “Ah nerede o eski Beyoğlu” nostaljisi yapmıyor elbette. Kültürel köklerin, geçmişe ait izlerin korunmasının ortak belleğin oluşumuna katkısının altını çiziyor. Bugün geldiğimiz noktada Beyoğlu’nda bir araya gelme ve sanatsal üretim yapma olanaklarının bu kadar azalmış olmasının, semtte dolaşan kitlenin farklılaşmış olmasının üretime, ekonomiye, sanata, kültüre yansımalarına bakıyor. Kitap, kaçınılmaz olarak bir düşman yaratmaktan beslenen fakat başka bir forma bürünen eklektik milliyetçi düşüncenin gelişiminden, yerellik-evrensellik tartışmalarından, sermaye ve kâr odaklarının rantabilite hesaplarından nasibini alan kültür-sanat merkezi Beyoğlu’nun, aldığı her göç dalgasıyla yeniden şekillenen demografik yapısının kırılganlığını, modernlik karşıtı kurucu nostaljinin tuzaklarına düşmeden vurguluyor.
Beyoğlu’ndaki barların, meyhanelerin, kafelerin gerek siyasi gerek ekonomik nedenlerle kapanması yakın gelecekte kültürel erozyona neden olacak elbette. Dışarıdaki masa ve sandalyelerin kaldırılması, sinemaların kapanması, turistlere hizmet eden dönerci, tatlıcı, nargileci gibi mekânların sayısındaki artış ve daha pek çok küçük etmen ülkedeki sanatçıların, yazarların, gazetecilerin üretim biçimlerini ve nihayetinde tüm toplumu etkileyecek.
Yine de umudumuz baki, gücümüz yerinde; onurlu bir biçimde yaşamanın, üretmenin ve sevmenin yollarını arıyoruz. Beyoğlu’ndaki bir meyhanenin sadece bir meyhane, bir parkın sadece bir park, bir ağacın sadece bir ağaç olmadığını söylüyoruz. Yazar Mücap Ofluoğlu’nun dediği gibi, “Beyoğlu’nu yaşamak, Beyoğlu’nu teneffüs etmek, galiba elde kadehle mümkün. Yaşamak, elde kadeh Beyoğlu...”, biliyoruz.