Güncelleme Tarihi:
Bu kitap ‘Kuşku Çağı’dır. O yıllarda -hiç değilse- edebiyat çevrelerinde epey tartışıldı; sonra sessizliğe gömüldü. Roman sanatı elbette daha da yenilikler kuşanacaktı. Bizdeyse, ‘Kuşku Çağı’nda değinilen yazınsal sorunlar, galiba bütün bütün gündem dışına itilecekti.
Nathalie Sarraute yirminci yüzyılı hazırlayan büyük değişimin önce Dostoyevski’yle, sonra Kafka’yla yol aldığını belirtir, denemelerinden birinde. Kafka’yı Dostoyevski’nin ardılı sayar ama, metafizik eğilimler açısından ikisini birbirinden ayırır.
Camüs’ün ‘Yabancı’sı da anılmaktadır. Gelgelelim, yirminci yüzyıl romanının başyapıtları arasında sayılan ‘Kayıp Zamanın İzinde’ye Sarraute hayli mesafeli yaklaşmıştır. Ona göre Proust’un yenilikçi dile getiriş biçimi artık eskimeye yüz tutmuştur.
Dostoyevski-Kafka-Proust-Camus; bugün bambaşka bir romanın saltanat kurduğu ülkemizde, öyle sanıyorum ki, dördü de hâlâ yeni-yeni okurlarla buluşabiliyor. Hiçbiri ‘satış yazarı’ değil, yine de okunuyorlar. Önemli, bambaşka bir romancı olduğuna inandığım Nathalie Sarraute ise bizde artık ve handiyse okunmayanlar arasında.
Sarraute, Kafka’nın Hitler Almanyası’nın önbilicisi olduğunu ileri sürer. Yahudi Kafka gelecekteki büyük fırtınayı çoktan sezmiş ve eserlerinde yansıtmıştır. Dostoyevski de geleceğin bilicileri arasındadır ama, merhamet, kardeşlik gönlünü çelmiş, uzaktan uzağa ‘duygusal bir edebiyat’ın sezdirişlerini öne çıkartmıştır.
“Kafka’nın takipçisi olmak yerine” diyor Natalie Sarraute, “insanüstü bir yüreklilikle öncüsü olmayı üstlendiği, uç sınırların arkasındaki bu yerde, küçük görme ve nefret dahil bütün duygular silinir; büyük bir şaşkınlıktan, son ve kesin bir anlaşmazlıktan başka hiçbir şey kalmaz.”
Günlerdir, Kâmuran Şipal’in göndermelerle bezenmiş çevirisinden ‘Felice’y
e Mektuplar’ı (Cem Yayınevi, 2 cilt) okuyorum, biraz da ‘insan’ Kafka’yı sezebilmek için. O yoğun içe kapanış, karamsarlık ikide bir gün ışığına çıkıyor:
“Sevgilim, birkaç gündür senin delikanlı yine yorgun ve üzgün, kendisiyle görüşülüp konuşacak gibi değil. Yanı başında her zamankinden daha ivedilikle cana yakın, kararlı ve hayat dolu birini görmeyi gereksindiği zamanlar bunlar. Ya da yanında bulunacak böyle birini incitmemesi gereken uyuşuk, miskin, yapayalnız geçireceği zamanlar.”
Besbelli, ikincisini yeğlemişti. Elias Canetti bir denemesinde (Bkz. ‘Sözcüklerin Bilinci’) Kafka-Felice ilişkisini benzersiz bir yorumla irdeler: Kafka yeryüzü yalnızlarının başta gelenlerindendir.
‘Felice’ye Mektuplar’da öyle bölümler var ki, kuşkusuz sevinçler, küçük mutluluklarda söz konusu, ama hep yaşamak yılgınlığı, hep düşbozumları. Sarraute ‘Dostoyevski’den Kafka’ya’ denemesinde, Dostoyevski-Kafka yakınlığına yol açanın ‘Yeraltından Notlar’ olduğunu ileri sürer: Anlaşıldığı kadarıyla sonsuz ve sürekli bir iç ezginliği...
Dünyanın sonu üçlemesi
Jeff Vandermeer bir ‘fantezi’ romancısı mı? ‘Southern Reach Üçlemesi’ni (Alfa Yayınları) okuyorum: Dünyayı bekleyen gelecek üzerine aslında çok çarpıcı sorular. Üçüncü romanı ‘Kabulleniş’i henüz okumadığım için, kaygılarla donanmış, soluk soluğa okunan bu üçlemenin umut payı taşıyıp taşımadığını bilmiyorum. Öte yandan ‘Yok Oluş’ ve ‘Yetki’ sarstıkça sarsıyor. Bu soy romanlar çoğu kez korkuyu öne çıkarır. Jeff Vandermeer ise bütünüyle kendine özgü bir gerçeklik yaratmış: Her şey sanki bizim zamanımızda, az berimizde yaşanıyor; dahası belki de biz yaşıyoruz o ‘her şey’i!