Güncelleme Tarihi:
Yürümeyi sporun ötesine geçen bir kavram olarak alabilenlerin aynı zamanda yaratıcılıkla iç içe oluşu rastlantı değil. Yaratıcılığın içinden geçenlerin yalnızlıklarını yaşama fırsatları da bu döngüye bağlı.
Frédérick Gros ‘Yürümenin Felsefesi’ ile önümüze geniş bir alan açarken düşünüp de dile getirmediklerimize kafa yormak için yan yollara çıkarıyor. Oralarda sık sık yazarlar, felsefeciler, yaratıcı düşünce içinde yaşayanlarla karşılaştırıyor bizi. Nietzsche’nin yorulmak bilmeyen bir yürüyüşçü oluşunun, onun sıradışı düşüncelerinin oluşmasında nasıl bir yeri olduğunu anlatıyor. Tükenmemek için yapacağınız en iyi işlerden biri yürümektir, kafanızı çalıştırmak, düşüncelerinizi yoğunlaştırmak, düzenlemek için yürümek. “Ormanlarda bolca yürüyorum ve muazzam sohbetler yapıyorum” diyor Nietzsche. Üstelik asıl aradığını dağlara çıkmaya başlayınca bulacaktır. Ona güç veren yollar buldukça yürür, günde sekiz saat yürüyerek yazmaya başlar.
Yürürken düşünerek yazmanın hayal gücümüzü özgürleştirdiği kuşkusuz ama bu da sonunda alışkanlıklarla sınırlanıyor. Yaşar Kemal’in romanlarını aynı zamanda yürürken yazdığını nasıl anlattığını unutmuyorum. Öyle bir yazardı o, kendi düş gücü ve birikimiyle kitaplara başvurmadan bile dünyalar yaratabilecek bir belleği ve yaratma gücü vardı.
Gérard de Nerval’in, ormandaki patikaların ve düzlüklerin yürüyen bedeni uysallaştırdığı, rehavete davet ettiği ve anıları canlandırdığına ilişkin sözlerini aktarıyor Gros. Dağlarda ve kırlarda yürümekle şehir içinde yürümek arasında farklar olduğu kuşkusuz. Rousseau, “Yürümeden hiçbir şey yapmam, benim çalışma odam kırlardır” diyor. Şehir içinde sokaklar benzer sokaklara, alanlar benzer alanlara açılırken kırlarda bir yamacın arkasından büyüleyici bir manzara çıkabilir. Birinde görülmeyen ufuk çizgisi öbüründe uçsuz bucaksız bir derinliğe açılırken düş gücünü zenginleştirmeye başlar.
Rimbaud’nun benzersiz bir şiir yaratma serüveninde de yaptığı çok uzun yürüyüşlerin payı olmalı. Önce Fransa içinde yaşadığı yerlerden Paris’e, çalışmak için oradan oraya bazen trenle bazen yürüyerek yolları ve botlarını aşındırır, Brüksel’e gider, hayatının son yıllarını bu kez kendini vurduğu çöl yollarında geçirir. O yıllarda nasıl mı yürüyordu: Bacağındaki ağrılara aldırmadan, bir seferinde üç yüz kilometre yürümüş. Çünkü yürümemek onu kudurtuyordur... Yürümek onun için nedir, şöyle anlatıyor: “Göğün altında yürüyordum, İlham Perileri! Ve kul köleydim size; / Ah tanrım, ne muhteşem aşklar düşledim size!”
Gros daha sonra güzel bir soru soruyor: “İnsan gerçekten yalnız mı yürümelidir?” Yaratıcılar hemen hep yalnız yürümeyi savunur. Nietzsche, Thoreau ya da Rousseau gibi ama onlardan sonra daha pek çokları. Yürürken size eşlik edenler arasında gene düşüncelerinizle baş başa kalabiliyorsanız, sorun yok. Değilse yalnız yürünmeli. Çünkü ‘insan sessizlikte yürür hep’. Kalabalıkların gürültüsü terk edildiği anda sessizliğin her şeyi saydamlaştırdığını söylüyor Gros. Kalabalıkta yazılabilir ama ancak sessizlikte düşünülebilir.
İnsanlara sivil itaatsizliğin bambaşka boyutlarını gösteren David Henry Thoreau, yürümenin sonunda maddi bir kazanç getirmese de, dünyevi dertleri dışarıda bırakıp kendine dönmeyi sağladığını söylüyor. Throeau’nun ‘muazzam bir yürüyüşçü’ olduğunu hatırlatıyor Gros. Maine ormanlarına, Quebec’e yaptıkları onun için kısa yürüyüşlerdir. Walden bilinen gerçeği derinliğine yaşama deneyimini, toprağa basıp yerçekimini hissetmenin değerini anlatır ama aslında daha çoğunu, insanın insan olduğunu hatırlatır.
Nerval’in şiirlerindeki yürüyüşlerin melankolisi olduğunu belirtiyor Gros. Gündüzle geceyi birleştiren, insanı hafifleten melankoli, uzaklara gitme isteğini yürüyüşle canlandırır. Melankoliyi hastalık sayanlar onun bir imge olarak nasıl canlandırılıp sonra da o imgenin nasıl yaşanacağını bilmez. İnsanın kendini yürüyüşün kollarına bırakması, rüzgârla kanatlandıran, her şeyi daha derin biçimde anlamasını sağlayan şansıdır, iyi değerlendirmeli onu.
YÜRÜMENİN FELSEFESİ
Frédérick Gros
Çeviren: Albina Ulutaşlı
Kolektif, 2017
192 sayfa, 20 TL.