Güncelleme Tarihi:
Hepimizin başucumuzda tuttuğumuz, en keyifli, en hüzünlü anlarda sarıldığımız bir türkü vardır kuşkusuz. Üstelik bize bir dost, bir sevgili gibi yarenlik eden bu türkülerin çoğu zaman ne âşığını biliriz ne hikâyesini. Buna rağmen nağmesine, sözüne kapılıp gideriz.
Haydar Ergülen’in ‘Âşıklar Cemi’ adlı deneme kitabı biraz da bu yüzden yazılmış gibi. Ergülen bu kitapta türküler üzerine, âşıklar üzerine çeşitli incelemelerde bulunuyor. Bizi kıyıda köşede kalmış kimi mısralarla tanıştırırken, başucu bellediğimiz türkülerin daha önce hiç duymadığımız hikâyelerine değiniyor.
‘Âşıklar Cemi’, 50’ye yakın denemeden oluşan bir kitap. İçinde kimler var kimler; Âşık Veysel, Mahzuni Şerif, Neşet Ertaş, Arif Sağ, Celal Güzelses, Feyzullah Çınar, Ruhi Su... Saymakla bitmez.
Ergülen, bütün bu isimler üzerinden bizi âşıklık kültürüyle tanıştırır, onun Alevi-Bektaşi geleneğiyle kurduğu muhabbete değinir. Bunu yaparken işin kökenini ta yüzyıllar evvelden alıp günümüze getirir. Tabiri caizse, kalpten kalbe uzanan o ‘görünmez yol’u görünür kılmaya çalışır.
Kitapta ilk gördüğümüz isimlerden biri Ruhi Su’dur. 1912’de Van’da doğan, anasını babasını yitirip öksüzler yurduna yerleştirilen Ruhi Su’nun, yıllar yılı söylediği türkülerle nice öksüze kol kanat gerdiğini bilen bilir. 1952’de, önce eşi Sıdıka Umut (Su), sonra Ruhi Su tutuklanıp 5 yıla mahkûm edilirler. Evlilikleri de Harbiye Cezaevi’nde olur. Daha sonra Ruhi Su, Vedat Türkali ve Mihri Belli ile birlikte Adana’ya sevk edilirken Hasan Dağı’nı görür ve başlar okumaya: “Hasan Dağı, Hasan Dağı/ Eğil eğil eğil bir bak/ Sıkıyor zincir bileği/ Jandarmada din, iman yok.”
Ruhi Su, Hasan Dağı’na, “İnsan olmaktı suçumuz” diye dert yanarken, öte yandan, sözleri yüzyıllar evvelde karşılık bulan bir diğer usta, Ali Ekber Çiçek çıkar karşımıza. Ergülen’in belirttiği üzere, 400’den fazla türkü derlemiş bir ustadır Çiçek. Sazı eline ilk defa cemde alır. Küçük yaşta, TRT’de okunması yasak olan Alevi deyişlerini okumasıyla da ünlüdür.
Yasaklar, sürgünler, tutuklamalar... Âşıklık geleneğinin de âşıkların da başı genelde egemenlerle derttedir. Bunun bir örneğini de Kul Ahmet’te görürüz. 1932’de Maraş’ta doğan Kul Ahmet, türkülerinde toplumsal meselelere fazlaca yer verdiği, bir de bunları âşıklık süzgecinden geçirdiği için hapis cezası bile alır. Hem de “Ayrı ayrı devlet icap etmezdi/ Dünyaya bir bayrak diker giderdim” dediği için.
Âşıklar, gerek doğru düzgün anlaşılmadığından gerekse de tam olarak anlaşıldığından tehdit edici görünürler, ama bir şekilde sözlerini söylemeye, zülfü yâre dokunmayı bilirler. 1950’de doğan Şah Turna bu bahse iyi bir örnektir. Şah Turna da Âşık Veysel gibi görme engellidir. Gözleri görmeyen, ama kalp gözleri açık bu iki âşık aynı sahneye çıkarlar günün birinde. Veysel onu koruyup kollamak ister. “Böyle fazla sosyal içerikli türküler söyleme, bizim gözümüz görmüyor, bir zalimin taşına rast geliriz!” der. Şah Turna’nın yanıtı Veysel Baba’yı güldürür: “Bir insan zalim olduktan sonra görmeyeni de göreni de taşlar!”
Bunların haricinde, Neşet Ertaş’la babası Muharrem Ertaş’ın çatışmalarını, Firik Dede’nin onulmaz acısını, Erzincan’dan İstanbul’a at üstünde dört ayda gelip atını TRT’nin önüne bağlayan Davut Sulari’yi ve daha kimleri kimleri okuruz. Bu yönüyle ‘Âşıklar Cemi’, ismiyle müsemma bir kitap olarak âşıkları bir araya topluyor, onların serüvenlerini ve türkü anlayışlarını özenli şekilde anlatıyor. “Âşık çoktur çünkü aşk çoktur. Dünya aşk üzerine kuruludur” diyor.
ÂŞIKLAR CEMİ
Haydar Ergülen
İthaki Yayınları, 2022
326 sayfa.