Güncelleme Tarihi:
‘Bu Salı’ bizim kuşağı delicesine etkileyen bir kitaptır. Kim bilir kaç yıl önce, De Yayınevi’nin verimi ve Kâmuran Şipal’in eşsiz çevirisiyle: “Haftada bir salı var. / Yılda elli. / Ve savaşta bir yığın.”
Şiir mi, öykü mü, şiir-öykü mü, bellisiz, ama ‘Bu Salı’ birçoğumuzu derinden yaraladı. Borchert’i öyle tanıdık. (‘Bu Salı!’ 2016’da, Yapı Kredi Yayınları’nın ‘Ama Fareler Uyurlar Geceleyin’ basımında yeniden yer aldı.)
Sonra art arda ‘Fener, Gece ve Yıldızlar’, ‘Kapıların Dışında’. İkinci Dünya Savaşı’nın korkunç karanlığı üzerine yazılmış ‘Kapıların Dışında’ çok farklı bir tiyatro oyunuydu, çok yeni, çok atak, tiyatro tekniğini handiyse yok saymış. Behçet Necatigil’in çevirisinden bu görkemli yapıtı yıllar yılı başucumdan ayırmadım.
‘Kapıların Dışında’ (Can Yayınları) bir kez daha okura sunuldu. Behçet Necatigil geçmişte iyi ki dilimize kazandırmış; çeviri edebiyatımızın başyapıtları arasında. Her okuyan, çeviriden Türkçe edebiyata katkılarla donanacak.
Yeni basımda Ayşe Sarısayın’ın giriş yazısı: ‘Antimilitarist’ bir oyunun çeviri hikâyesi.
Sarısayın bir kazıbilimci gibi geçmişe dönüyor, babasının müthiş arşivinden yararlanarak ‘Kapıların Dışında’ çevirisinin başına gelenleri derinlemesine kaleme getiriyor. Geçmişten bugüne o yersiz, anlamsız, edebiyat dışı kaygıların bir dökümü de diyebilirim.
‘Hiçbir Tiyatronun Oynamak / Hiçbir Seyircinin Görmek / İstemediği Oyun’ ‘Kapıların Dışında’, Wolfgang Borchert’in gencecik ölümünden sonra büyük üne kavuşur, birçok kez sahnelenir, seyirciler çarpılıp kalırlar. Bugün de dünya edebiyatındaki seçkin yerini korumakta, kuşkusuz yarın da koruyacak.
Bizde ilk kez 1959’da Gençlik Tiyatrosu’nca sahnelenmiş. Ayşe’nin yazısından öğrendiğimize göre, Sabri Esat Siyavuşgil ve Halid Fahri Ozansoy gibi iki değerli şair-yazarımız bütün bir şiir olan ‘Kapıların Dışında’yı benimsememişler; benimsemek şöyle dursun, oyunu ‘zaten ölü doğmuş’ eserlere katmışlar.
Ölü doğmuş nitelemesi Siyavuşgil’in. Ozansoy, Necatigil’in çeviri emeğine yazıklanmış. Yıllar sonra hüzün veriyor...
Hem ‘Ama Fareler Uyurlar Geceleyin’i hem ‘Kapıların Dışında’yı yazdıklarıma göz atan okurlara özellikle salık veririm: Çok acı bir mutluluk duyacaklar.
Unutulmaz
‘Pandomima’ öyküsü
Samipaşazâde Sezâi’nin ‘Pandomima’ öyküsünü, Cevdet Kudret’in seçkisinde okuduğum zaman on beş, on altı yaşlarımdaydım. ‘Pandomima’, altmış sekizindeyim, bugün bende hâlâ yalçın yalnızlığını koruyor. Edebiyatımızın en sevdiğim öykülerinden biri, yazıldığı tarih göz önünde tutulursa, gerçekten unutulmaz bir öykü.
‘Pandomima’ ‘Küçük Şeyler’de yer alır. Sezâi’nin inceliklerle örülü -adı yeter!- hikâye kitabını Özgür Yayınları, değerli Kemal Bek’in hazırlayışıyla günümüzün okuruyla buluşturdu. Yine çok sevdiğim ‘İki Yüz Elli Kuruşa Bir Asır’, ‘Kediler’ hep ‘Küçük Şeyler’e yazdığı ‘mukaddime’yi okumak gerekiyor: “En mufassal, en mükemmel kitaplarda bazı küçük şeyler noksandır ki o küçük şeylerin edebiyatça ehemmiyeti pek büyüktür.”
Sezâi, yazarlık yaşamı boyunca, gözden kaçırdığımız inceliklerle donandığından, belki de asıl bugüne ses yöneltmiş. Kemal Bek’in saptamasıyla: “Bunlar, bireyin iç dünyasını ve kahramanlarının ruhsal durumlarını anlatan ilk anlatı ürünleridir ve kahramanlarının ‘düşlemlerini’ ve ‘düşlemkırıklıklarını’ işledikleri söylenebilir.”