Güncelleme Tarihi:
Walt Whitman’ın bizim şiirimizdeki bir benzerinden söz edilebilir ise bu şairin Dağlarca olacağı kanısındayım. Bir etkiden, poetik bir yakınlıktan değil, şiirlerini üzerine kurdukları dünya algısının benzerliğinden söz ediyorum. Whitman’ın şiiri, neşenin, coşkunun şiiridir; neşenin ve coşkunun yükselişinin şiiri. Neşe ve coşku, yükseliş demektir zaten. ‘Neşenin Şarkısı’ adlı şiirini, onun poetikasının ruh halini dile getiren bir şiir olarak okumak gerekir. Sözgelimi şu dizeler: “Ey neşesi canımın –kafesinden kurtulmuş- fırlıyor yıldırım gibi!/ Bu yerküreye ya da belli bir zamana sahip olmak yetmez ki,/ Binlerce yerküre istiyorum ve bütün zamanı.” Dikkat edilirse, Whitman burada neşe derken sürekli bir geçiş, bir yükseliş akışından söz eder. Bu yükseliş akışı, yükselmeye doğru bu geçiş sadece bireysel bir hal durumunu değil, bir medeniyet durumunu da dile getirir. Biraz sonra şöyle söyleyecektir: “Ey mühendisin neşesi! Bir lokomotifle gitmek!/ Baharın tıslayışını duymak, şen çığlığını, buhar düdüğünü, kahkaha atan lokomotifi!/ Hiç direnç görmeden açmak yolunu ve hızla kaybolmak uzaklarda.” Whitman’ın bu dizelerde dile getirdiği neşe betimlemesi, Spinoza’nın sevinç kavramıyla paralellik gösterir. Spinoza’ya göre, sevinç “İnsanın daha küçük bir eksiksizlikten daha büyüğüne geçişidir” (Çev. Aziz Yardımlı) ya da “İnsanın daha az bir yetkinlikten daha büyük bir yetkinliğe geçişi” (Çev. Hilmi Ziya Ülken). Neşe ya da sevinç, bir eksiksizlik ya da yetkinlik durumu değildir, bir geçiş durumudur. Yetkinlik/eksiksizlik sonsuzdur. Whitman’ın dile getirdiği de bu sonsuzluk duygusudur.
Whitman’ın şiirinin ayırıcı özelliği olan neşenin/sevincin neliğini anlamak için, felsefi analizin yeterli olduğu kanısında değilim. Tekil bir durumu değil, genel bir yaşama biçiminin atmosferini verir bize Whitman. Dolayısıyla medeniyet meselesini hesaba katmamız gerekir. Alexis de Tocqueville, ‘Amerika Yabanında’ adlı kitabının bir yerinde şöyle der: “Avrupa’da her insan doğduğu topraklarda yaşar ve ölür. (...) Gözden ırak yerlerde yaşayanlar oraya daha dün gelmiştir. Oraya yaşam biçimleriyle, düşünceleriyle, alışkanlıklarıyla, uygarlığın ihtiyaçlarıyla gelmişlerdir.” Tocqueville ile Whitman çağdaştırlar ve Tocqueville, Amerika’yla ilgili çalışmasında, yaşlı kıta Avrupa’ya karşı Amerika’daki yeni medeniyetin oluşturduğu yaşama biçiminin yükselişine tanıklık eder. Whitman, Tocqueville’nin sözünü ettiği bu yükseliş halindeki yeni yaşama biçiminin sevincini dile getirir.
Burada ayırıcı olan şu: Bizim şiirimizde, Whitman’ın değil, Poe’nun ve onu tercih eden Baudelaire’in etkili olmuş olmasıdır. Baudelaire, Türk şiirinin ruhudur, diyebiliriz; İkinci Yeni bile Baudelaire ile yatıp kalkar. Baudelaire, modern hayatın şairidir ama yaşlı kıtanın, yani düşüş halinde olanın modern hayatının şairi. Bizim şiirimiz de aslında, Dağlarca’yı dışarda tutarsak, yaşlı ve yeni olana yetişemeyen, geri kalmış bir yaşama biçiminin, yani bir düşüş halinin şiiridir; sevincin değil, keder ve hüznün şiiri. Sabri F. Ülgener, bu keder/hüzün halinin temelindeki yaşama biçimini çok iyi analiz eder. Whitman’ın, bizim şiirimizde ve elbette Avrupa şiirinde, yer edinmemiş olmasını burada aramak gerekir.
Dört ciltte tamamlanacak olan Walt Whitman’ın ‘Çimen Yaprakları’nın şimdi ikinci cildi yayımlandı. Bu yeni çevirinin iki temel ayırıcı özelliği var. Birincisi, ilk defa tam metin çevriliyor; seçmeler değil yani. İkincisi ve poetik bakımdan daha önemlisi, bu yeni çevirinin, Whitman’ın sesindeki sevinci/neşeyi dile getiriyor oluşudur. Önceki çeviride, bir ‘dekadans sesi’ vardır. Bu yeni çevirinin başarısında, Fahri Öz’ün, İngiliz Dili ve Edebiyatı akademisyeni olmasının yanı sıra, şairliğinin de, (ilk şiir kitabı ‘Meşrutiyet Çok Bulutlu On Beş Santigrat Yağmur Olasılığı Sıfır’) önemli bir rolü vardır.
İkinci cilt şu dizeyle açılıyor: “Bahçeye yükseliyor dünya yaniden.”Walt Whitman’ın bizim şiirimizdeki bir benzerinden söz edilebilir ise bu şairin Dağlarca olacağı kanısındayım. Bir etkiden, poetik bir yakınlıktan değil, şiirlerini üzerine kurdukları dünya algısının benzerliğinden söz ediyorum. Whitman’ın şiiri, neşenin, coşkunun şiiridir; neşenin ve coşkunun yükselişinin şiiri. Neşe ve coşku, yükseliş demektir zaten. ‘Neşenin Şarkısı’ adlı şiirini, onun poetikasının ruh halini dile getiren bir şiir olarak okumak gerekir. Sözgelimi şu dizeler: “Ey neşesi canımın –kafesinden kurtulmuş- fırlıyor yıldırım gibi!/ Bu yerküreye ya da belli bir zamana sahip olmak yetmez ki,/ Binlerce yerküre istiyorum ve bütün zamanı.” Dikkat edilirse, Whitman burada neşe derken sürekli bir geçiş, bir yükseliş akışından söz eder. Bu yükseliş akışı, yükselmeye doğru bu geçiş sadece bireysel bir hal durumunu değil, bir medeniyet durumunu da dile getirir. Biraz sonra şöyle söyleyecektir: “Ey mühendisin neşesi! Bir lokomotifle gitmek!/ Baharın tıslayışını duymak, şen çığlığını, buhar düdüğünü, kahkaha atan lokomotifi!/ Hiç direnç görmeden açmak yolunu ve hızla kaybolmak uzaklarda.” Whitman’ın bu dizelerde dile getirdiği neşe betimlemesi, Spinoza’nın sevinç kavramıyla paralellik gösterir. Spinoza’ya göre, sevinç “İnsanın daha küçük bir eksiksizlikten daha büyüğüne geçişidir” (Çev. Aziz Yardımlı) ya da “İnsanın daha az bir yetkinlikten daha büyük bir yetkinliğe geçişi” (Çev. Hilmi Ziya Ülken). Neşe ya da sevinç, bir eksiksizlik ya da yetkinlik durumu değildir, bir geçiş durumudur. Yetkinlik/eksiksizlik sonsuzdur. Whitman’ın dile getirdiği de bu sonsuzluk duygusudur.
Whitman’ın şiirinin ayırıcı özelliği olan neşenin/sevincin neliğini anlamak için, felsefi analizin yeterli olduğu kanısında değilim. Tekil bir durumu değil, genel bir yaşama biçiminin atmosferini verir bize Whitman. Dolayısıyla medeniyet meselesini hesaba katmamız gerekir. Alexis de Tocqueville, ‘Amerika Yabanında’ adlı kitabının bir yerinde şöyle der: “Avrupa’da her insan doğduğu topraklarda yaşar ve ölür. (...) Gözden ırak yerlerde yaşayanlar oraya daha dün gelmiştir. Oraya yaşam biçimleriyle, düşünceleriyle, alışkanlıklarıyla, uygarlığın ihtiyaçlarıyla gelmişlerdir.” Tocqueville ile Whitman çağdaştırlar ve Tocqueville, Amerika’yla ilgili çalışmasında, yaşlı kıta Avrupa’ya karşı Amerika’daki yeni medeniyetin oluşturduğu yaşama biçiminin yükselişine tanıklık eder. Whitman, Tocqueville’nin sözünü ettiği bu yükseliş halindeki yeni yaşama biçiminin sevincini dile getirir.
Burada ayırıcı olan şu: Bizim şiirimizde, Whitman’ın değil, Poe’nun ve onu tercih eden Baudelaire’in etkili olmuş olmasıdır. Baudelaire, Türk şiirinin ruhudur, diyebiliriz; İkinci Yeni bile Baudelaire ile yatıp kalkar. Baudelaire, modern hayatın şairidir ama yaşlı kıtanın, yani düşüş halinde olanın modern hayatının şairi. Bizim şiirimiz de aslında, Dağlarca’yı dışarda tutarsak, yaşlı ve yeni olana yetişemeyen, geri kalmış bir yaşama biçiminin, yani bir düşüş halinin şiiridir; sevincin değil, keder ve hüznün şiiri. Sabri F. Ülgener, bu keder/hüzün halinin temelindeki yaşama biçimini çok iyi analiz eder. Whitman’ın, bizim şiirimizde ve elbette Avrupa şiirinde, yer edinmemiş olmasını burada aramak gerekir.
Dört ciltte tamamlanacak olan Walt Whitman’ın ‘Çimen Yaprakları’nın şimdi ikinci cildi yayımlandı. Bu yeni çevirinin iki temel ayırıcı özelliği var. Birincisi, ilk defa tam metin çevriliyor; seçmeler değil yani. İkincisi ve poetik bakımdan daha önemlisi, bu yeni çevirinin, Whitman’ın sesindeki sevinci/neşeyi dile getiriyor oluşudur. Önceki çeviride, bir ‘dekadans sesi’ vardır. Bu yeni çevirinin başarısında, Fahri Öz’ün, İngiliz Dili ve Edebiyatı akademisyeni olmasının yanı sıra, şairliğinin de, (ilk şiir kitabı ‘Meşrutiyet Çok Bulutlu On Beş Santigrat Yağmur Olasılığı Sıfır’) önemli bir rolü vardır.
İkinci cilt şu dizeyle açılıyor: “Bahçeye yükseliyor dünyaya aniden.”
ÇİMEN YAPRAKLARI-II
Walt Whitman
Çeviren: Fahri Öz
İş Kültür Yayınları, 2020
224 sayfa, 36 TL.