Güncelleme Tarihi:
İngiliz edebiyatçı Herbert George Wells (21 Eylül 1866-13 Ağustos 1946) 19’uncu yüzyılın sonlarında yayımladığı eserlerle bilimkurgu edebiyatına öncülük eder. ‘Bilimkurgunun babası’ H. G. Wells ‘Zaman Makinesi’, ‘Doktor Moreau’nun Adası’, ‘Görünmez Adam’ ve ‘Dünyalar Savaşı’ gibi efsaneleşen romanlarıyla o günlerden bugünlere kadar her çağda tüm dünyada kendinden söz ettirmeyi başarır. İnsanlığı nasıl bir geleceğin beklediğini yaşamı boyunca kendine kaygı edinen ve sosyalist dünya görüşünü söylemekte hiçbir zaman sakınca görmeyen yazar, eserlerine de bu etkiyi hep yansıtır. 1895’te yayımladığı ilk eseri ‘Zaman Makinesi’nde bir bilimadamını zamanda yolculuğa çıkaran Wells, aynı sene bir fantazya olan ‘Tuhaf Kuş’un Görüldüğü Gece’de bir meleği dünyaya indirir. Zaman makinesiyle 800 bin yıl sonrasında iki tuhaf ırk üzerinden insan doğasının ikiliğini eleştiren Wells, meleğin yeryüzünde indiği büyük Britanya İmparatorluğu’nda yaşanan Viktorya çağının insanlarına hiciv dolu bir bakış atar.
Başka bir boyutta kaygısız, acısız ve yiyeceğe ihtiyaç duymadan yaşayan efsanevi bir yaratık, bir anda Viktorya döneminin sonlarında İngiltere’ye düşer. Aslında dünyaya gelen bir melektir. İngiltere’nin güneyindeki Sidderford bozkırında bir parıltı ve gürültü eşliğinde görülen tuhaf kanatlı kuşa dair söylentiler üzerine kuşbilimci Siddermorton Papazı Hilyer, zamanın diğer tüm doğabilimcilerinin yapacağı şeyi yapar. Silahını alır ve kuşu vurmaya gider. Doldurulacak, kataloglanacak ve koleksiyonuna eklenecek canavarı bulmak için... “İngiltere’de koleksiyoncular olmasa, bütün ülke nadir olarak görülen kuşlarla ve harikulade kelebeklerle, garip çiçeklerle ve daha binlerce ilginç şeyle dolu olurdu. Gelgelelim koleksiyoncular bunu seve seve engelliyorlardı.” Hilyer, meleği vurur ve onu kanadından yaralar. Bir melekle karşılaştığının farkına varan papaz ondan kibarca özür diler ve bu mitolojik kanatlı beyefendiden iyileşene kadar misafiri olmasını ister. Melek bir haftadan fazla kaldığı yeryüzünde cana yakın olmakla birlikte, uygarlığın en temel gerçeklerinden habersizdir. Kısa ziyareti sırasında, genel olarak dünya ve özel olarak Viktorya dönemi İngiltere’sindeki yaşam hakkında öğrendikleri karşısında dehşete kapılır. Yerel âdetleri eleştiren melek, sonunda bir sosyalist olarak suçlanır. Dünyayı terk etmesi için bir hafta süre tanınır.
Wells kitapta en iyi bildiği şeyi yapar. Viktorya çağına hiciv dolu bir eleştiri getirir. Komediyi kararında kullanarak, insan kültürü hakkında hiçbir şey bilmeyen melek sayesinde çağı inceler. Masum meleğin yargılayıcı olmayan gözlemleri, yeni tattığı duygularla birlikte Wells eleştirisinin dozunu artırır. Dünyaya geldiğinde tattığı acı hiç de iyi bir şey değildir. Öyleyse insanların birbirine neden acı çektirdiğini sorgulatır meleğine. Tek mucizevi yeteneği nota bilgisi olmadan sadece kulaktan mükemmel bir şekilde keman çalmak olan meleğin her türden keyfi kuralları yıkabilecek olmasından korkarlar aslında. Wells ırk, cinsiyet, sosyal sınıf, inançlar ve değerlerin anlamsızlığını meleğin gözlerinden okuyucusuna gösterir. Meleğin ilk başlarda dünya için kullandığı isim olan ‘Düşler Diyarı’ cehenneme döner en sonunda. Meleğin idealist bakış açısının insan dünyasının sert gerçekliği karşısında yenilişinin hikâyesi her çağda okunacaktır.