Güncelleme Tarihi:
Luis Alberto Urrea, 1955’te Tijuana’da, Meksikalı bir baba ve Amerikalı bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. California Üniversitesi’ni bitirdi. Babasının, oğlunun akademik hayatını sürdürebilmesi için gereken parayı toplamak için çıktığı Meksika yolculuğunda bir cinayete kurban gitmesi Urrea’yı derinden etkiledi. Kederini dile getirdiği makalesi bir dergide yayımlandı (1980). Makaleyi okuyan Ursula K. Le Guin, Urrera’yı yazarlık atölyesine davet etmekle kalmadı, o makaleyi editörlüğünü üstlendiği bir antolojiye de ekledi. Urrea, “Dönüştürücü oldu” diyor bu karşılaşma hakkında. Gerçekten de tam bir aydınlanma anıdır Urrea için. Bir süre çeşitli işlerde çalışır ama bir yandan da annesinin verdiği daktilosuyla sürekli yazar durur. 1994 yılında ilk inceleme kitabı ‘Across the Wire’ı, ilk romanı ‘In Search of Snow’u ve ilk şiir kitabı ‘The Fever of Being’i art arda yayımlayan Urrea, edebiyat çevrelerinin ilgisini çekmeyi başaracaktır. Urrea, kendisine güvenenleri mahcup etmemiş, 1994’ten bu yana yayımladığı toplam 17 kitapla çok sayıda ödül kazanmış, romanları çok satanlar listelerine girmiştir.
BİR CENAZE TÖRENİ BİR DOĞUM GÜNÜ PARTİSİ
‘Büyük Angel’ın Ömründeki Son Cumartesi’ başlıklı ilk bölüm, “Büyük Angel annesinin cenazesine geç kalmak üzereydi” cümlesiyle açılıyor. Anlıyoruz ki bir cenaze töreninin arifesindeyiz ve Miguel Angel De La Cruz, yani Büyük Angel de ölümün eşiğinde. Gerçekten de, 100 yaşındaki annesini toprağa verecek olan 70 yaşındaki oğul kanserden ölmek üzere. İşte bu yüzden akrabalarını hafta sonu süren çifte bir toplantı için davet etmiş; cumartesi cenaze, pazar son doğum günü partisi...
“Ülkenin dört bir yanından gelen vardı: Bakersfield, LA,Vegas. En küçük erkek kardeşi Küçük Angel, ta Seattle’dan geliyordu. Herkes rezervasyon yaptırmıştı. İşyerlerinden izin almışlardı. Para babaları ve üniversite öğrencileri, eski mahkûmlar ve devlet yardımıyla geçinen anneler, mutlu çocuklar ve üzgün eski topraklar, pinches gringos ve boştaki bütün akrabalar geliyordu. Zaman dar, program sıkışık olacaktı.”
Ölüme metanetle yaklaşmasına rağmen Büyük Angel, hayattan bu kadar erken ayrılmaya hiç niyetlenmemiş. Aslında annesi kadar yaşayacağını düşünmüş hep. Zira içinde hâlâ bir çocuk o... Ve aynı zamanda köklerine bağlı, gururlu bir adam. Bir Meksikalı göçmen olarak Amerikalılara bir şeyler ispatladığını düşünüyor. “Mühim olan bu zengin Amerikanoların yapamayacağı şeyi bir Meksikalının yapmasıydı. (...) O Emiliano Zapata’ydı. Diz çökerek yaşayacak değildi. (...) Büyük Angel’ın ömrü hayatında tek istediği buydu: Saygı ve hayranlık uyandırmak...”
İşte böyle bir adamın doğum gününü kutlamak ve aynı zamanda onu uğurlamak için bir araya gelen aile bireyleri onunla ilgili anılarını hatırlar, geçmiş hakkında hikâyeler paylaşırlar. Elbette ölümün karşısındaki Büyük Angel’in belleği de hareketlidir;
“Büyük Angel salondaki gölgeler içinde, geçmişin hikâyeleri ve hatırladığı şeyler ile öğrendiği şeyler yüzünden harap olmuş bir halde durdu. Ya da belki hayal ettiği şeyler yüzünden. Artık aradaki farkı anlayamıyordu. Hikâyeler açık bir pencereden esen rüzgâr gibi gelip fırıl fırıl etrafında dönüyordu. Ayaklarını yerden kesmelerine ramak kaldığını hissedebiliyordu. Kendi istekleriyle, on yılları yok sayarak, yılları atlayarak geliyorlardı sanki. Büyük Angel kendini bir zaman fırtınasının içinde buldu.”
Zaman fırtınası yaratan hikâyeler yoluyla komedi ve trajedi sürekli birbirine sürtünecek, ortaya kıvılcımlar saçılacaktır...
DUVARLAR DEĞİL KÖPRÜLER YAPMAK
‘Kanadı Kırık Melekler Evi’, büyük, dağınık ama bağlarını koruyan bir ailenin uzun yıllara yayılan tarihini anlatıyor. Biraz da ekonomik bir anlatım kurmak düşüncesiyle olmalı, tarihler, sınırlar ve kuşaklar arasında hızlı geçişler yapıyor Urrea; gömülü sırlara, yarım kalmış ilişkilere, acısı hâlâ dinmemiş kayıplara ışık tutuyor. Her ne kadar tek bir aileye odaklanmışsa bile, ölüm, yaşamın yasını tutma, sevgi, sorumluluk, iyi bir yaşamı neyin oluşturduğuna ilişkin bakışımız gibi önemli temalarla roman başka coğrafyaları ve insanları kapsayacak ölçüde genişliyor. Kendi aile tarihinden yararlandığını, hatta ölüm ve kutlama motiflerinin doğrudan abisinin son günlerinden esinlendiğini saklamamış Urrea. Ama roman sonuna eklemeyi de ihmal etmemiş: “Bu bir roman, Urrea ailesinin hikâyesi değil.” “Yazmak incelikli bir hırsızlıktır” şiarından hareketle başka ailelerden karakterler ‘çalmış’, hayali hikâyecikler eklemiş ve ortaya hüzünle neşenin kaynaştığı, sıcak bir roman çıkarmış.
Okuyucu beklentisini karşılayacak derecede duygusallık taşıyan bir hikâyenin içindeyiz. Nerdeyse romandaki herkesin tutacak bir yası var ama ‘Kanadı Kırık Melekler Evi’ kederli ve kasvetli bir roman değil. Tersine, her şeye rağmen hayatta olmanın ve hayattan zevk almanın ne kadar şaşırtıcı olduğuna dair bir roman. Tam da belleğin geçmişten getirdikleriyle yanı başlarındaki ölümün kesiştiği bir anda devreye giren kutlama töreni, keder ve kasveti neşeye ve yaşama coşkusuna dönüştürüyor. Aslında en hüzünlü anlarında bile, ‘Kanadı Kırık Melekler Evi’ni, Büyük Angel’ı ve evin diğer fertlerini neşeye yönelten düşünce ve eylemler öne çıkıyor. Mesela Büyük Angel’ın geçmiş muhasebesinin bilançosu hiç de negatif sayılmaz. Üstelik karısı Perla’ya aşkı ve arzusu hâlâ dinmemiş. Hastalığına rağmen hafızası şehvetli anlarla dolu...
Urrea’nın hikâye anlatıcılığını da çok başarılı buldum. Yaşamın duyusal deneyimine saygıyla yaklaşan çok zarif bir tarzı var. Öyle ki roman kişilerinin duygularının tasviri küçük tatlar, kokular, dokunuşlarla bütünleşiyor. Gevşek ve güvenli bir anlatım. Urrea, yüksek bir dil kurmayı, yüksek dilden alçalmayı, sözcük hazinesi sınırlı karakterleri dillendirmeyi, metaforlar üzerinden mizah yapmayı başarıyor.
Trump yönetiminin göçmenlere karşı aşağılayıcı ve baskıcı zihniyetinin egemen olduğu, Meksika sınırına duvar örme projesinin hayata geçirildiği bir dönemde kaleme alınması ‘Kanadı Kırık Melekler Evi’nin önemini artırıyor. Mevcut durumun akıldışılığına vurgu yapan Urrea’nın hikâyesi her türden göçmenin umut ve hayalleriyle dolu. Mevcut duruma ilişkin meseleler/çirkinlikler yer almakla birlikte romanda onlar arka planda kalıyor. Yazarın deyişiyle, “Her zaman hayatın kenarlarında olan karanlık bir gölge” olarak eklenmiş hikâyeye.
Anlatılan Meksikalı göçmenlerin değil; artık kendilerini Amerikalı olarak gören Meksikalıların hikâyesi. Ve bu özelliğiyle ‘Kanadı Kırık Melekler Evi’ göçmen edebiyatı kanonunda bir boşluğu dolduruyor. Urrea, çift kültürlü yaşam deneyimlerinden yola çıkarak daha büyük temaları keşfetmeyi önüne koyan, sınırlarla/duvarla değil kültürler arasında köprüler kurmaya çalışan bir yazar.
KANADI KIRIK MELEKLER EVİ
Luis Alberto Urrea
Çeviren: Gamze Bulut
Çınar Yayınları, 2019
400 sayfa, 32 TL.