Varoluşun, tutkuların ve sözcüklerin ağırlığı

Güncelleme Tarihi:

Varoluşun, tutkuların ve sözcüklerin ağırlığı
Oluşturulma Tarihi: Kasım 16, 2017 18:18

2017 yılı içinde art arda yapılan çevirilerle yeniden hatırladığımız Clarice Lispector, ‘G.H.’ye Göre Çile’ romanında bir kadının kendi içine yaptığı yolculuğu anlatıyor. Duyguların, düşüncelerin, tutkuların öne çıktığı; insanın, gerçeğin, Tanrı’nın ve varoluşun sorgulandığı ama dilin hepsinin önüne geçtiği, sayfa sayısı az ama hacmi geniş, hazmetmesi zor bir anlatı.

Haberin Devamı

Bugün Brezilya edebiyatının en büyük yazarları arasında sayılan Clarice Lispector, Ukrayna’da Chaya Lispector ismiyle dünyaya gelmişti (1920). Yahudi kökenli ailesi Birinci Dünya Savaşı’nın yıkımından kaçıp Brezilya’ya göç ettiğinde henüz bir yaşını yeni dolduran Lispector, Rio’da hukuk eğitimi aldı. Edebiyat hayatına öğrencilik yıllarında çeşitli dergilerde yayımlanan öyküleriyle adım attı. 1943 yılında yayımlanan ilk romanı ‘Perto do Coração Selvagem’ (Yabani Kalbin Yakınlarında) -o dönemin Güney Amerika edebiyatı geleneğinden çok farklı anlatım tarzıyla- edebiyat çevrelerinde büyük ilgi gördü. Aynı yıl Brezilya vatandaşlığına kabul edildi ve evlendi. Uzun yıllar diplomat kocası ile birlikte Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ve ABD’de yaşadı. Lispector’un edebiyat alanında yeniden parlayışı 1959 yılında Rio’ya dönüşünden sonradır. ‘G.H.’ye Göre Çile’ (1964) ile sesini bir kez daha güçlü bir şekilde duyurdu. Ne yazık ki 1966 yılında evinde çıkan yangın sonucu ağır biçimde yaralandı. Bir elini ve bir bacağını kullanamaz hale gelmişti. Buna rağmen yazmayı bırakmadı, birkaç öykü ve çocuk kitabının ardından başyapıtı sayılan ‘Yaşam Suyu’ (1973) romanını tamamladı. 1977 yılında ‘Yıldızın Saati’ romanının yayımlanmasından kısa bir süre sonra kanser teşhisiyle hastaneye yatırıldı ve 11 Aralık 1977’de, yani doğum gününde hayata veda etti. Son romanı ‘Yaşam Nefesi’ ölümünden sonra, 1978’de yayımlanacaktı... Bugün Brezilya edebiyatının en büyük yazarları arasında sayılan Clarice Lispector, Ukrayna’da Chaya Lispector ismiyle dünyaya gelmişti (1920). Yahudi kökenli ailesi Birinci Dünya Savaşı’nın yıkımından kaçıp Brezilya’ya göç ettiğinde henüz bir yaşını yeni dolduran Lispector, Rio’da hukuk eğitimi aldı. Edebiyat hayatına öğrencilik yıllarında çeşitli dergilerde yayımlanan öyküleriyle adım attı. 1943 yılında yayımlanan ilk romanı ‘Perto do Coração Selvagem’ (Yabani Kalbin Yakınlarında) -o dönemin Güney Amerika edebiyatı geleneğinden çok farklı anlatım tarzıyla- edebiyat çevrelerinde büyük ilgi gördü. Aynı yıl Brezilya vatandaşlığına kabul edildi ve evlendi. Uzun yıllar diplomat kocası ile birlikte Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ve ABD’de yaşadı.
Lispector’un edebiyat alanında yeniden parlayışı 1959 yılında Rio’ya dönüşünden sonradır. ‘G.H.’ye Göre Çile’ (1964) ile sesini bir kez daha güçlü bir şekilde duyurdu. Ne yazık ki 1966 yılında evinde çıkan yangın sonucu ağır biçimde yaralandı. Bir elini ve bir bacağını kullanamaz hale gelmişti. Buna rağmen yazmayı bırakmadı, birkaç öykü ve çocuk kitabının ardından başyapıtı sayılan ‘Yaşam Suyu’ (1973) romanını tamamladı. 1977 yılında ‘Yıldızın Saati’ romanının yayımlanmasından kısa bir süre sonra kanser teşhisiyle hastaneye yatırıldı ve 11 Aralık 1977’de, yani doğum gününde hayata veda etti. Son romanı ‘Yaşam Nefesi’ ölümünden sonra, 1978’de yayımlanacaktı... 

KADIN VE HAMAMBÖCEĞİ
İkinci bölümde karşılaşıyoruz ‘G.H.’ye göre Çile’nin can yakıcı sorusu ile: “O sabah, hizmetli odasına gitmeden önce, neydim ben?” Uzun bir iç monolog biçiminde kurgulanmış romanda yanıtı şöyle verecektir anlatıcı: “Başkalarının beni her zaman gördüğü gibiydim ve kendimi de öyle tanıyordum (...) Ben olduğumu görmek için yapmanız gereken, valizlerimin üzerindeki etikette yazılı ilk harflere bakmak yalnızca: G.H.”...G.H., Rio de Janerio’da, kendisini yansıttığını söylediği özenle tasarlanmış bir çatı katı dairesinde yaşayan başarılı bir heykeltıraş. Daha fazla malumat vermiyor yazar, roman boyunca kadının maddi varoluşu hakkında öğreneceklerimizin özeti bir cümleye sığdırabilir; hiç evlenmemiş, çocuk sahibi olmamış, angajmanlara girmemiş, yani hiç zincirlere vurulmamış ya da zincirleri kırmamış, ekonomik ve toplumsal özgürlüğe sahip bir kadın. Orta yaşlarda olduğunu ve bir zamanlar ‘güzel’ bulunduğunu da çıkarabiliyoruz. Kendisiyle barışık. Ne var ki bu barışıklığın kırılganlığı o sabah, hizmetçi odasına girdiğinde -ansızın- çıkacak ortaya. G.H., bir önceki gün işten ayrılan ama adını ve yüzünü bile tam hatırlamadığı hizmetçisinin kaldığı odayı, aslında neredeyse hiç adım atmadığı odayı kontrol etmeye karar verdiğinde sırça köşkü paramparça olacaktır. Gömme dolabın içinde bir hamamböceği ile karşılaşmıştır G.H. Belli ki böcek fobisi olan kadın, korku ile iğrenme karışımı bir panikle dolap kapağını hamamböceğinin üzerine kapatır. Yarısı içeride yarısı dışarıda kalan böceğin kabuğu kırılmıştır. Ancak asıl kırılan G.H.’nin kabuğudur. Ve sarsıcı bir sorgulama ve iç hesaplaşma başlar. G.H.’nin odaya girmeden önceki hayatında bastırdığı duygular ve sormayı ertelediği sorular, yüzleşmekten kaçındığı gerçekler ortaya dökülecek ve G.H’nin ölümü, yaşamı, acıyı, kimliği, gerçeği, varlığı ve hiçliği, zamanı ve sonsuzluğu, aşkı ve Tanrı’yı tartıştığı sarsıcı bir dil fırtınası başlayacak...‘

Haberin Devamı

'O BİR ŞAİR’
1988 yılında Latin Amerika edebiyatının en büyük eserlerinin toplandığı UNESCO Arquivos Koleksiyonu’na dahil edilen ve İngilizceye de çevrilen ‘G.H.’ye Göre Çile’, Lispector’un dünya çapında üne kavuşmasında önemli bir katkı sağlamıştı. İlk romanı ‘Yabani Kalbin Yakınlarında’ ile başlayan ve gerek ‘G.H.’ye Göre Çile’ gerekse de başyapıtı ‘Yaşam Suyu’nda daha da ustalaşmış örneklerini sergilediği iç monolog ağırlıklı anlatım tarzı nedeniyle Clarice Lispector, Virginia Woolf ve James Joyce gibi modernist yazarlarla kıyaslandı. 
Dış dünyadan ziyade dış dünyanın bireyde bıraktığı izlenimlere, onun zihinde yarattığı duygu ve düşünce süreçlerine yönelen ve ‘ben’e yoğunlaşan Lispector, gerçekten de modernist edebiyatı Brezilya’ya taşımış. Bu romandaki ben anlatımıyla G.H. hem bir özneyi hem de insanın ötesinde ve üzerinde bulunan fikirlerin taşıyıcısı. Lispector, GH harfleri ile ‘gênero humano’yu yani ‘insan türünü’ kastettiğini, G.H.’nin perspektifinin kendisiyle sınırlı olmayıp insan türünü ve onun parçasını temsil ettiğini ima etmektedir. Ve ölümünden kısa süre önce, gazetecilere verdiği demeçte, G.H’nin. bir yazar olarak beklentilerine en uygun karakter olduğunu söyleyecektir. 

Lispector’ı modernistlere yaklaştıran bir diğer özellik imla kurallarını esneten, kesik kesik, yoğun ve şiirsel dilinde. Böylelikle bir yandan kendisinin bile kavramakta zorlandığı meselelere açılan, diğer yandan yazma aracınının sanatsal imkânlarını yazma anında keşfeden bir anlatıcının içini dökme sürecini yakalayabiliyor.  İnsan içini nasıl anlatır. Çölleşmiş çorak yanlarını, o çölün içinde saklı vahaları, sevgi ve sevgisizliği, korkularını, cennet ve cehennemi, gerçekliğin nesnelliğine direnen hayallerini... İşte böyle ‘şey’lerin hikâyesini anlatmaya soyunmuş Lispector. Dile getirilmesi, tarif ve tasvir edilmesi zor, neredeyse imkânsız soyut meselelerin peşine düşmüş. Anlattıklarının okuyucuya geçmesinin yegâne yolu dili kullanmak. Yazar da olağanüstü bir dil ve anlatım zenginliğiyle içini açıyor. İmgeler, metaforlar ve göndermelerle zenginleştirilmiş bu dilden okuyucunun anladıkları ile anlatıcının okuyucuya aktarmak istedikleri ne ölçüde örtüşüyor bilemiyoruz. Zira dil, farklı anlamlar barındırır. Bir mantığı olmakla birlikte salt mantıktan fazlasıdır. Aynı sözcüklerden farklı çıkarımlar yapılabilir. Bir metni herkes kendi meşrebine, fıtratına göre, kendi kültürü ölçüsünde yorumlayacaktır. Bu nedenle anlatıcının varoluş arayışını yargılamaktan ziyade yakınsamaya çalışmak, bir nedenle içine düştüğü hiçliğin anlamlı olup olmadığını yargılamak yerine ele aldığı meseleleri tartışmak, düz anlamlarla yetinmek yerine metaforların peşine düşmek gerekir. Ve akılda tutulması gereken -her ne kadar düzyazı formunda yazılmışsa bile- ‘G.H.’ye Göre Çile’nin şiire daha yakın, Clarice Lispector’un bir romancıdan ziyade bir şair olduğudur.

Tekrar romana dönüyorum. Sona gelindiğinde G.H. parçalara ayırdığı benliğini bir nebze de olsa toparlar; “Orada öylece oturarak derin bir iğrenmeyle bakmayı hâlâ nasıl olup da bırakmadığımı anlatmadım, evet, hâlâ iğrenmeyle, hamamböceğinin griliğinin üstündeki sararmış, beyaz kütleye. O iğrenmeye sahip olduğum sürece dünyanın elimden kaçacağını biliyordum ve ben de kendimden kaçmış olacaktım.” Öyleyse bir adım daha atmak zorundadır. Hamamböceğinin üstündeki sararmış, beyaz kütleyi alır ve ağzına koyar... Mükemmel bir yüzleşme metaforu...

G.H.’YE GÖRE ÇİLE

Varoluşun, tutkuların ve sözcüklerin ağırlığı

Clarice Lispector
Çeviren: Başak Bingöl Yüce
Monokl Yayınları, 2017
184 sayfa, 23 TL.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!