Güncelleme Tarihi:
19’uncu yüzyılda bilimsel yöntemlerin kullanılmaya başlamasıyla felsefeden ayrılan psikoloji, her çağda filozofların güçlü biçimde etkilediği bir disiplin oldu. Descartes’ın kartezyen anlayışı, Comte’un pozitivizmi, Schopenhauer’un bilinçdışına ilişkin fikirleri bu etkinin gücünü gösteren örneklerden.
Klinik psikolog Ferhat Jak İçöz de ‘Kendin Olmanın Dayanılmaz Hafifliği: Varoluşçu Psikoterapiden ve Felsefeden Öğrenebileceklerimiz’ adlı kitabıyla tam da psikoloji ve felsefenin yakın ilişkisine odaklanarak karşımıza çıkıyor. İçöz, kitabında klinik bilgisi ve yaşam pratiğinden süzdüğü fikirlerle kendi tabiriyle ‘insan olma hallerine’ varoluşçu felsefenin gözünden bakmayı ve yaşadıklarımızı anlamayı öneriyor.
Peki İçöz’ün bahsettiği gibi varoluşçu felsefe bize kendimizi anlamada nasıl yardım edebilir? Kendisinden alıntılarsak: “Bu dünyada kendimizden başka evimiz yok. Hatta Heidegger’e ve Sartre’a göre hiç evimiz yok; lakin kendilik dediğimiz de sürekli değişen, dönüşen ve çelişkili bir olgu olarak pek güvenli bir liman değildir. Ancak bu dünyada daha canlı hissetmek istiyorsak, hayatlarımızı daha dolu dolu, doygun yaşamak istiyorsak, elimizden gelen tek bir şey var; kendimizi ve içinde yaşadığımız dünyayı yakından tanımak. (...) Gerçekten de incelenmeyen hayat yaşamaya değmez hale gelir. Bu kendini daha yakından tanıma yolunda oyumu felsefeden yana kullanıyorum.”
İçöz kitapta Jean-Paul Sartre, Martin Heidegger, Friedrich Nietzsche, Soren Kierkegaard, Maurice Merleau-Ponty gibi büyük filozofların rehberliğinde cinsellik, yemek, bağımlılık, ölüm, âşık olmak, bağlanmak, yalnızlık, kayıp ve yas gibi kırk farklı temayı varoluşçu bir psikoterapist gözüyle anlatıyor. Bu gibi temel meselelerimizi anlamaz ve bu deneyimlerimizi anlamlandırmazsak eninde sonunda ayağımıza dolanacaklarını söylüyor.
İçöz’ün vermek istediği en önemli mesaj, yaşadığımız ya da başımıza gelen hiçbir şeyin anlamsız olmadığı. Yaşadığımız her türlü deneyim bize kendimizle ve seçimlerimizle ilgili önemli şeyler anlatıyor. Sartre’dan aktaran yazar, aslında her gün, her sabah bir hiçlikten kendimizi ve hayatımızı yarattığımızı, her gün aynı şeyleri aynı şekilde yapmayı seçtiğimizi söylüyor ve ekliyor: “Önemli olan seçtiğini bilmek ve bunu taşımaktır.”
Benzer biçimde Heidegger’e de atıf yaparak, onun insanın kendi başına gelen bütün durumları sahiplenip taşımasının insanı hem canlı hem de otantik kıldığının, “bu bana ait, bana dair” demenin ne kadar önemli olduğunun altını çiziyor. Bir de insanın ne kadar otantik olursa o kadar az kendine ve hayatına yabancılaşacağını da ekliyor.
Nietzsche “Amor fati” (kaderine âşık olmak) derken neyi kastetmişti? Sartre’a göre kaygı ve özgürlük arasında nasıl bir bağlantı var? Heidegger dünyaya fırlatıldığımızı söylerken ne demek istemişti? Kitabın etkileyici kısımları bu sorulara yanıt veriyor.
KENDİN OLMANIN
DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
Ferhat Jak İçöz
Doğan Novus, 2020
240 sayfa, 25 TL.