Güncelleme Tarihi:
Tuğba Doğan, 1981’de doğdu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde sosyoloji okudu, Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden ‘Kaybetmenin Anlatısı: Mai ve Siyah, Huzur ve Tutunamayanlar’ başlıklı teziyle mezun oldu. Çeşitli dergilerde birçok yazı kaleme alan yazar, ilk romanı ‘Musa’nın Uykusu’yla 2015 Notre Dame de Sion Edebiyat Ödülü’nde mansiyon aldı. ‘Nefaset Lokantası’, yazarın ikinci kitabı.
Bir gazetede çalışan Salih, işten kovulduktan sonra Brezilya’ya yerleşme kararı alır. Kovulmasının nedeni, üniversitede birlikte okuduğu fakat asla hazzetmediği meşhur bir köşe yazarı olan Şevket’i takma bir isimle eleştiren bir yazı kaleme almasıdır. Yazının ismi ‘Muteberler ve Vasatiler’dir. Salih, kimin sandalına binse onun küreğini çeken ve hayattaki tek amacı meşhur olmak olan Şevket’i vasat olarak nitelendirir. Bunu sindiremeyen Şevket, onu işten attırır. İstanbul’dan ayrılmadan önce yıllardır müdavimi olduğu Nefaset Lokantası’nda Salih’in şerefine bir veda yemeği düzenlenir. Bu yemekte Salih, geçmişin dehlizlerinde dolaşacak ve varoluş kavramını sorgulayacaktır. Kitabın arka kapağında yazdığı gibi onu başka bir ‘sonun başlangıcı’ beklemektedir.
Salih, dünyaya atılmışlık hissinden kurtulamayan bir ‘tutunamayan’ olarak karşımıza çıkar. Dünya ile arasında hiçbir bağ yoktur. Önce, içinde bulunduğu coğrafyayı sorgular. Bu sorgulama, Benedict Anderson’ın millet kavramını soyut ve heterojen bir grup halinde tanımlayan ‘Hayali Cemaatler’ ile Eric Hobsbawm’ın toplumu bir arada tutmak için devlet eliyle birtakım sembollerin nasıl inşa edildiğini anlatan ‘Geleneğin İcadı’ kitaplarından aşina olduğumuz temaları içerir. “Salih, hayli zamandır gitmek isteyenlerin topraksız, marşsız ve bayraksız, soyut vatanının bir yurttaşıydı.”
Daha sonra din kavramı irdelenir, onu hayata bağlayan bir inançtan yoksundur Salih. Kendini dünyaya atılmış hisseder: “Gideceğiz. Kimse kimseyi yeterince sevmeyecek. Bu dünyaya atıldığımız gibi çekip alınacağız içinden.” Bu noktada, Heidegger’in felsefesinden bahsetmek yerinde olacaktır. ‘Varlık ve Zaman’ adlı kitabında Heidegger, insanın ülkesini, ailesini, zekâsını vb. özelliklerini önceden seçemediği için kendisini dünyaya atılmış halde başka insanlarla birlikte bulduğunu söyler. İnsanın varoluşuna ‘dasein’, ‘orada olmak’ yahut ‘orada-varlık’ der. Yani insan olmak, sonsuz bir yalnızlıkla, geçmiş, gelecek ile şimdiden oluşan üç boyutlu bir zaman içinde ölümü beklemektir.
Ayrıca, önünde ‘Das Man/ Sıradan Adam’ olma gibi bir engel vardır. ‘Sıradan adam’ hem herkestir hem de hiç kimse. Önyargıların, toplumsal ilişkilerin, değerlerin toplamı olup insanın ‘ben’ olmasına izin vermeyen kavramdır. Salih’in terminolojisinde bunun adı vasatlıktır: “Bu vasatlık paranoyası neden?” Salih, hayatı sorgulayarak bir yandan ‘Das Man’a ve onun oluşturduğu vasatlığa karşı savaşır. Bana göre bu savaşı kazanır Salih çünkü kendini vasatlıktan kurtarmak için elinden geleni yapar: “Zamanın ve coğrafyanın neden bu kadar dışında durmaya çalışıyorsun?” Üstelik, kişiliğinin iki veçhesi olduğunun farkındadır, bunlardan biri yüzeysellikle, öteki biriciklikle bağdaşır. Demek ki tüm bunların farkında olan bir kahramandır. Bu farkındalık, zafer demektir.
Satır aralarında çok daha farklı temalara da rastlıyor okuyucu. Özellikle, Salih ile Nihan arasındaki ilişki ve Nihan’ın görüşleri dikkat çekici...
İsmiyle müsemma bir roman ‘Nefaset Lokantası’; gerek dili gerek felsefi altyapısıyla okuru doyuruyor.
Nefaset Lokantası
Tuğba Doğan
Yapı Kredi Yayınları, 2019
127 sayfa, 15 TL.