Güncelleme Tarihi:
Kadim ‘techne’ mevzuu çok tartışılırdı bir aralar; sanat ile zenaat ilişkisi. Hatta sanıyorum, bir bienalin de ana teması idi. Ariel Sanat galerisinin üçlü konsept sergilerinden ‘Uzun Hava’, zarif, sessiz sedasız, gene üç ayaklı biçimde bu konuya (da) değip geçiyor. Bildiğimiz uzun hava, halk müziğinde bir tarz, bir zanaatkârlık gösterisi, serbest söyleme/ çalma biçimi... Ariel sergilerinin iyi taraflarından biri olan ‘video ile dipnotlar’ bölümünde, ‘Uzun Hava’ sergisi Müslüm Gürses kadar Hendrix’in de, Neşet Ertaş kadar Joe Strummer’ın da uzun hava ustası olduğunu öne sürüyor; aydınlatıcı. Ahmet Soysal, Ariel’in küçük sergi kitapçığında, uzun kelimesinin ‘bir cisimsel/ mekânsal boyutu belirttiği’ni hatırlatırken Uz kelimesinin “Asya Türkçesinde ‘usta olan’ demek” olduğunu da not düşmüş. Uz dilli, uzun erimli. Hayattan daha uzun sanat, sanatla yan yana durabilen zanaat.
Sergideki üç işten biri olan Ebru Ceylan’ın fotoğraf işi ‘uzun hava’nın en birebir çağrışımı sayılabilir. Büyük -ve uzun- bir espasın tam ortasında, kar altında koşan at, görüntüyle birlikte aklımıza gelen kelime’nin gücüyle, ya da uzun havanın malzemesi olan ses’in (alliterasyonun) yankısıyla hem bozkırı hem de uzun havanın bir türünü, bozlağı hatırlatıyor.
Ebru Uygun’un soyut işi ise dokulu yüzeyi, ‘uzun’ fikrini vurgulayan boyutları ve espası çevreleyen kenarlarıyla hem bir el sanatı ürününün, mesela bir yorgan ya da kilimin yorumlanışını çağrıştırıyor hem de üzerindeki dokuyu, kalınlığı ve bütün detaylarını beyaz ile tarif edişi kaçınılmaz olarak ‘beyaz üstüne beyaz’cılarla da akrabalık öneriyor. Enlemesine uzanan -ve neredeyse kendine özgü bir sesi olan- bu işi sırf duyuların izlenimine kapılarak seyretmek istersek, hava karlı ve uzun diyebiliriz. Robert Frost’un karlı ormanda yol alışını “Gidilecek yollar var nice uyumadan önce/ Gidilecek yollar var nice uyumadan önce” ya da Dıranas’ın ‘Kar’ şiirini hatırlayabilirsiniz: “Kardır yağan üstümüze geceden/ Uzun karanlık bir düşünceden (...) Rüzgâr gibi ta eski Anadolu’dan.”
Deniz Gül’ün video işi, sesi kendine özgü biçimde yorumlayıp, uzunluğu da anlatı mezurasıyla ölçüyor. Bu tavır, Gül’ün her zaman olduğu gibi kavramsal işlerini yazı ile yan yana düşünmekten kendini alamayışının bir örneği sayılabilir. Yerdeki çakılları ezen ayağın çıkardığı ses ve durakları yürüyen adımların durup kalkmalarıyla tarif edilen yol; uzun ve hatta belki dönüp kendi üzerine katlanan bir yol. Uzun, burada en soyut anlamını da buluyor, çünkü bu uzun ve tereddütlü gece yürüyüşü (Ayhan Geçgin’in ‘Uzun Yürüyüş’ü de hatırlanabilir) sanki eski anlamıyla bir tarik, mistik bir yol. Sümüklüböcekler kadar insanın da bir anlam arama amacıyla kat ettiği yol; çakılları eze eze üzerinde yürüdüğümüz, sonra bir an durduğumuz, sonra yeniden yürümeye başladığımız yol. Yaşama zenaati.
Sergi odasından yan odaya geçip Neşet Ertaş’ın, Müslüm Gürses’in, Strummer ile Hendrix’in ‘uzun hava’yı yorumlayışlarını da dinlemelisiniz. Adı ses ile ilgili olduğu halde bu sessiz, adeta mekâna karışmış işlerden oluşan serginin ‘ses’i aniden açılmış gibi olacak. Ama ‘Uzun Hava’ sergisinde mesele ses ya da sessizlik de değil; daha çok uzun bir yankı. Sergiyi akılda kalıcı, tatmin edici yapan bu.
‘Uzun Hava’ başlıklı sergi 24 Mart’a kadar Nişantaşı’ndaki Ariel Sanat’ta.