Güncelleme Tarihi:
Yolculuğa çıkanların, uzaklardan gelip uzaklara gidenlerin anlatacakları vardır. Bu anlatılar edebiyata da sıklıkla yansır. Pek çok anlatıda varılacak hedeften ziyade, yolculuk sürecidir öne çıkan; yol araç değil amaçtır. Taocu inançta yol insanın kaderini ve onun gerçekleşmesini sembolize eder. ‘Yol’un kendisi yolcudan ayrı tutulamaz. ‘Yol’un gerçekleştirilmesi, yolcu için ‘kendi benliğine hac yolculuğu’ndan başka bir şey değildir. Nermin Yıldırım’ın yeni romanı ‘Ev’de anlattığı yol hikâyesinde de öyle...
Roman kahramanı ve anlatıcısı Seher, 40’ına merdiven dayamış bir kadın. Uzun zamandır kafasına koyduğu bir yolculuk yapmayı planlıyor. Niyeti Portekiz Hac Yolu olarak da bilinen -Hıristiyanların kutsal saydıkları- Camino de Santiago yolunu kat etmek. Her ne kadar kendisi için sıkıntı yaratacağını bilse de birkaç haftaya yayılan ve kilometrelerce süren yolculukta kendisine eşlik etmesi için arkadaşı Ogo’yu da kandırıyor. Kandırmak abartılı oldu, Ogo bu türden tekliflere zaten gönüllü, hayata ve insanlara pozitif yaklaşan bir adam. Oysa Seher -her Nermin Yıldırım roman kahramanı gibi- ‘biraz’ arızalı. Seslerden ama illaki insanların çıkardıklarından rahatsız olan, insanlarla ilişki kurmaktan imtina eden, obsesif bir kadın. Rahatsızlığı keşke bundan ibaret olsa! Hayat deneyiminin kararttığı iç dünyası ve kötücül önyargılarıyla Seher, dış dünyadan gelen uyarılara karşı kalın bir zırhla kuşatmış kendisini. Onu sevgiden de mahrum bırakan dikenli kabuğunun arkasında ise yaralı bir ruh gizli.
Seher’i yaralayan nedenler ve sırlar yolculuk boyunca yavaş yavaş ortaya dökülecek: Dedesiyle birlikte bir evin ferdi olma hissini de kaybetmiş Seher. Akraba evlerinde büyümüş, bakımı ‘birbirinden farklı sınıf, deneyim, hayat görüşü ve yaşam tarzına sahip çok sayıda insan’ tarafından üstlenilmiş, ömrünün ilk çeyreğinde arka arkaya karateye, folklora, Kuran kursuna ve baleye gönderilmiş; öyle çok yer ve öyle çok ben değiştirmiş ki, nihayet tümüyle kendisine ait bir hayat kurduğunda kim olduğundan emin olamamış. “Bir ömre birden fazla yaşam, bir yaşama birden fazla kadın, bir kadına birden fazla yalan sığdırmış”. Kesif bir yalnızlık korkusuyla sürdürmüş hayatını...
Yolculuğun sonunda çok sevdiği bir arkadaşıyla, Kader’le randevusu var Seher’in. Ne var ki Ogo ve Seher, yanlarına takılan Şerbet adını verdikleri dost canlısı bir köpekle birlikte yürüyüşlerini sürdürürlerken Seher’in Kader’le randevusunun tekinsizliğinden şüphelenmeye başlıyoruz. Zaman zaman neşeli, duygulu anlar yaşansa, geleceğe dönük cümleler kurulsa bile sanki tek yöne doğru yapılan, dönüşü olmayan bir yolculuk bu...
BELLEĞE HAPSOLMAK
Öncelikle, ‘Ev’in iyi kurgulanmış ve güzel işlenmiş bir roman olduğunu söyleyebilirim. Yıldırım, Seher’in gerek kendi içine gerekse bitiş noktasına uzanan fiziksel yolculuklarını çok iyi birleştirmiş. Birbiriyle yan yana akan hikâyeler, geçmişte ve şimdide yaşananlar yavaş yavaş bir noktada kesişiyorlar. Bir yandan dış mekânları, o mekânlarla değişen ruh hallerini tasvir ederken diğer yandan Seher’in iç dünyasını tüm karmaşasıyla, çelişki ve çatışmalarıyla yansıtan Yıldırım -Don Kişot ve Sancho Pancho’yu andıran- Seher ve Ogo ikilisinin karakterlerindeki zıtlığı çok iyi kullanmış.
Geçmişiyle bir türlü barışamayan Seher’in varoluş problemlerine yoğunlaşan anlatıda güncel meselelere açılmayı ıskalamamış Yıldırım. Bireysel ve güncel meseleleri bir kenara bıraksak bile Seher, Oga ve Şerbet’in Camino de Santiago yolundaki ‘maceraları’, diğer yürüyüşçülerle ilişkileri, konakladıkları mekânlar, sürpriz olaylar, çekici yan karakterler ve onların hikâyeleri yeterince eğlenceli ve sürükleyici.
İsimlerinden (‘Unutma Beni Apartmanı’, ‘Rüyalar Anlatılmaz’, ‘Saklı Bahçeler Haritası’, ‘Unutma Dersleri’, ‘Dokunmadan’, ‘Misafir’) de anlaşılacağı üzere, Nermin Yıldırım’ın romanlarında geçmiş ve bugün arasında gidip gelen ve geçmişteki yaşanmışlıkların bugün üzerindeki etkisini işleyen hikâyeler anlatılır. Roman kahramanlarının bellekleri geçmişe, mutluluk ya da mutsuzluk anlarına takılıp kalmıştır. Ne var ki yaralı benlikleriyle hatırladıkları güven telkin etmez. ‘Ev’ de belleğin bu tuhaf dinamiklerini, bireyin kendisine dönük bilinçaltı ‘suikastlarını’, ‘orijinal’ gerçekliği sadakatle tasvir etmenin imkânsızlığını ortaya koyan bir metin.
Seher’in travmalarla malul belleğini sergilerken bireyin yarılmasını ve boğuntusunu dile getiriyor Yıldırım. Geçmişle günümüz arasında iç içe daireler çizerek, yollarda tökezleyerek, belleğin yaralandığı karakteristik anlarda konaklayarak boğuntunun kaynaklarını araştırıyor. Seher’in yolculuğu belleğin çarpıtılmış ve dipsiz işleyişini çoğaltmanın ve hatırlama dinamiklerini ortaya çıkarmanın bir biçimi. Anılar bir yandan geçmişi deşerken diğer yandan geçmişi bastırmak, unutmak, sessizleştirmek işlevi görüyor; bugünü tahrip eden bir bellek patlaması.
Yıldırım, duygularını okuyuculara geçirmeyi çok iyi başaran bir yazar. Ne anlatacağı kadar nasıl anlatacağını da mesele ediyor. Nermin Yıldırım’ın dilinin ve üslubunun her romanında biraz daha olgunlaştığını görmek sevindirici. Dilin keyfine -özellikle Seher’in duygu ve düşüncelerini yansıtırken- varıyoruz. Geçmişten çıkıp gelen ve çağrışımlarla sürüklenen, her koku, görüntü ve imgeyle farklı zamanlara sıçrayan hikâyede Seher’in kimi zaman buruk hüznünü, kimi zaman öfkesini, çoğu zaman da karanlık yanlarını sergileyen acı ve ironi yüklü cümleler hikâyeye çok canlı bir hava katıyor. ‘Ev’, sürükleyici ve hüzünlü hikâyesi, ele aldığı meseleleri, dili ve kurgusuyla çok doyurucu bir roman.
EV
Nermin Yıldırım
Hep Kitap, 2020
465 sayfa, 42 TL.