Güncelleme Tarihi:
Selahattin Enis (Atabeyoğlu) 1892 yılında Antalya’da doğdu. Babası jandarma albayı olan yazar, ilk ve ortaöğrenimini Anadolu’nun çeşitli il ve ilçelerinde tamamladıktan sonra hukuk fakültesine yazıldı. Ne yazık ki I. Paylaşım Savaşı nedeniyle silah altına alınması -cepheye sevk edilmemesine rağmen- eğitimini yarım bırakmasına sebep oldu. Ancak kendisini iyi yetiştirmişti Selahattin Enis. Edebiyat konusunda hem bilgili hem yetenekliydi. İlk romanı ‘Neriman’ı tamamladığında henüz 18 yaşındaydı. Aynı yıllarda çeşitli dergi ve gazetelerde makaleleri de yayımlanmaya başladı. Gençti, heyecanlıydı ve öfkeliydi. Bu duygu ve düşüncelerini 1919 yılında çıkardığı ‘Kaplan’ adlı edebiyat dergisine taşıdı ve dikkat çekti. Üstbaşlığında “Sert ve serbest sözlü edebi-içtimai mücadele risalesidir” ibaresiyle çıkan bu dergide gerçekten de çok sert ve kavgacı bir üslupla doğalcı edebiyat akımının savunuculuğunu üstlenen Selahattin
Enis, toplumsal yapıdaki bozukluklara ve eski edebiyatın biçimciliğine açık bir biçimde tavır alacaktı. Bu tavrı öykü ve romanlarına eksiksiz yansıdı. Natüralist bir yazar kimliğiyle Mütareke dönemi İstanbul’unun -başta zenginler olmak üzere- her kesimine sirayet eden yozlaşmış ilişkileri, kumar ve fuhşu, ahlaki çöküntüyü çok açık bir dille ortaya dökmüş, eleştirisinden dönemin bakanları, Osmanlı paşaları ve hatta ünlü yazar ve sanatçılar da bolca nasiplenmişlerdi. Bu nedenle kitapları sakıncalı bulundu, kütüphanelere kabul edilmedi, hatta birçok hikâye ve romanı kitap haline bile getirilemedi. Yakalandığı zatürree nedeniyle 1942’de hayatını kaybeden Enis’in -bilinen- eserleri şöyle sıralanıyor; ‘Neriman’ (1912), ‘Bataklık Çiçeği’ (1924), ‘Zaniyeler’ (1924), ‘Sara’ (1926) ve ‘Cehennem Yolcuları’ (1926)... Son Saat gazetesinde tefrika edilen ‘Orta Malı’, ‘Ayarı Bozuklar’ ve ‘Endam Aynası’ romanları ile Vakit gazetesinde tefrika edilen ‘Mahalle’ romanı kitap halinde yayımlanmadı.
Gerek erken ölümü, gerek yazarlık duruşunun ve yazdıklarının sertliği nedeniyle edebiyatımızda hak ettiği yeri alamayan bir yazardı Selahattin Enis. Nitekim ölümünün ardından çıkan yazılarda onun kıymetinin bilinmediği üzerinde fikir birliği vardır. Mesela Peyami Safa’ya göre “Selahattin Enis, Ömer Seyfettin’le beraber ilk sayılı hikâyecilerimizden biriydi. Tenkit yoksulluğu, onun teslim edilmemiş birçok haklarını başkalarına kaptırmıştır. Piyasa romanlarının liyakatsiz cazibeleri arasında Selahattin Enis’e hakkını veren bir tenkitten mahrum oluşumuz onun bu dünyadan ve edebiyatımızdan küskün ayrılmasıyla sona erdi. Bu, onun eserlerinin derinliğine doğru bir dalgıç sabrile inilmedikçe meçhul kalacak sessiz ve kibar iç dramıdır...” Hakkı Süha’ya göre “bazı talihsiz adamlar vardır, hayata ya erken gelirler, anlaşılmadan giderler. Ya geç kalırlar; zihinlerinde beliren şeyleri evvelden yapılmış bulurlar. Salahattin Enis, biraz da böyle bir zamanın kurbanıdır...” Cevat Fehmi Başkurt ise şöyle seslenecektir arkasından: “Ya sen kin ve nefretinde haksızdın, yahut bu veremli genç kız romanları alıp satan bezirgân ruhlu yokuş -Babıâli-, gayrimatbu son romanına karşı ağız burun kıvırdığını unuttu...”
HER YER BATAKLIK
Geçen günlerde yayımlanan ‘Bataklık Çiçeği’, Selahattin Enis’in 13 öyküsünü barındırıyor. Korku ve gerilim motifleri içeren üç öyküsünü bir kenara bırakırsak, kitapta yer alan öykülerin yazarın yukarıda sözünü ettiğim karakteristiğini, yani sert ve öfkeli eleştirisini sergileyen tematik bir bütünlüğe sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Hikâyelerle teker teker ilgilenmek yerine ortak temalar ve motifler üzerinde durmanın daha anlamlı olacağını düşünüyorum. Zaten bu hikâyeler bir anlatıcının zihninden yansıyan içmonologlar şeklinde kurgulanmış. Selahattin Enis okuyucuyu sürükleyecek olaylardan ziyade kirli bir hayat karşısında irkilen, bocalayan, öfkelenen düşmüş insan tiplerinin duygu ve düşünceleriyle ilgileniyor.
Kitaba ismini de veren ilk iki öykü -’Bataklık Çiçeği’ ve ‘Bir Kadının Son Mektubu’- birbiriyle bağlantılı. İlkinde bir erkeğin, ikincisinde bir kadının -birbirini suçlayan- monologları üzerinden bataklığa dönüşmüş bir hayata duyulan öfke, nefret ve acıyı dillendiriyor Selahattin Enis. Türk edebiyatında Emile Zola’nın belki de en sadık takipçisi olan yazar, bütün hikâyelerinde ‘ferdin ve cemiyetin’ en çirkin, en karanlık, en düşkün köşelerine çeviriyor gözünü.
Sadece seçilen hayat karelerinde değil karakterlerin hezeyanlarını dile getirişlerinde de Zola etkileri çok açık. Mesela Zola’nın ‘Therese Raquien’ romanındaki kadın kahraman düştüğü durumdan şöyle yakınır: “İnanmazsın, beni ne kadar fenalaştırdılar... Beni riyakâr, yalancı yaptılar. Kendi bayağı mülayimlikleri içinde beni boğdular; anlayamıyorum, nasıl oluyor da damarlarımda hâlâ kan dolaşıyor...” Bakın bu sızlanışlar Selahattin Enis’in ‘Bataklık Çiçeği’nde sergilediği düşmüş kadın tiplerinin çığlıklarıyla nasıl da kaynaşıyor: “Siz hepiniz adi, kirli ve sefildiniz. Beni de kirlettiniz. Benim de bütün ömrümü sürekli mücadeleler, mütemadi ihtiraslar içinde geçirttiniz. İşte, memnun değilim... Ben iyi bir kızdım, ben çok iyi bir kızdım. Beni kötü yapan, beni adi yapan siz oldunuz...”
KÖTÜLÜĞÜN KAYNAĞI
Çağdaşlarının suya sabuna dokunmadığı yıllarda kötücül ruh hallerine ve böylesi yakıcı konulara -yeraltı edebiyatına yakışır görüntüler/yaşantılar eşliğinde ve cesur bir dille- el atması başlı başına övgüye değer. Ancak zaman zaman -Halit Fahri Ozansoy’un da belirttiği üzere- ‘Zola’yı bile hayrete düşürebilecek ifrata, bir natüralizm ifratına düştüğünü’ de eklemek gerekir.
İfratın kaynağının Selahattin Enis’in kötülüğün kaynağı teşhisinde düştüğü yanılgı olduğunu düşünüyorum. Zola, çizdiği felaket tablolarının ardında maddi nedenlerin ve sınıfsal eşitsizliğin yattığını görmüş ve eleştirisini politikleştirmişti. Selahattin Enis’in hikâye ve romanlarında sınıfsal bakış noksanlığı eleştiriyi ahlaki sorgulamaya indirgiyor. Burada başka bir miras -Osmanlı roman geleneğinin mirası- giriyor devreye ve ahlaksızlık kadın bedenine indirgeniyor. Daha ilk hikâyeden başlayarak erkeği günaha sürükleyen hep kadınlar. Hakkını yemek istemem, Selahattin Enis fuhşa düşen kadınların ne denli ağır, tahammül edilmez koşullarda çalıştığını görüyor ve unutulmaz tasvirlerle yazıya döküyor. Ne var ki gözleyici kişi nötr değildir. Dünya görüşü, cinsiyeti, milliyeti, inançları, arzuları, arızaları onun görme biçimini etkiler. Selahattin Enis de öfkeli genç bir muhafazakâr erkek kimliğiyle bakıyor dünyaya. Bu bakış toplumun dışına itilmişlerin dramını ve dışlanmışlığını gören ama onları yine de muhafazakâr bir ahlaki duruşa göre yargılayan, biraz da acımasız bir bakış. Ancak karşılıksız değil; aşka ve cinselliğe bu denli takıntılı bir zihnin arzu ve nefret arasında gidip gelen haleti ruhiyesini yansıtan Selahattin Enis hikâyeleri, bu toplumun zihin yapısının karakteristiklerini göstermesi açısından önemli.
‘Bataklık Çiçeği’ndeki öykülerinde edebiyatımızda bugün dahi ihmal edilenlere -yaşlılara, azınlıklara, eşcinsellere, fahişelere, Çingenelere, hayvanlara- yer vermesi ayrıca övgüye değer. Ama sadece ele aldığı meselelerle değil, Selahattin Enis anlatımındaki ustalık, dili ve tasvir gücü ile de edebiyatımızın en özgün yazarları arasında sayılmalıdır.
BATAKLIK ÇİÇEĞİ
Selahattin Enis
Ayrıntı Yayınları
112 sayfa, 10 TL.