Güncelleme Tarihi:
Öykülerinizin dergilerde yayımlanması ve yarışmalarda aldığınız ödüllerle isminizi duyurdunuz. Nasıl başladı yazarlık serüveniniz?
Çocukluğumdan beri kitapların arasındayım; bir okur olarak hikâyenin içinde olma, hayal etme hali bir süre sonra yaşamın içindeki hikâyeleri yakalama çabasına dönüşüyor. Öte yandan yazmak, anlatmaktan öte anlamaya çalışmak. Disiplinli bir şekilde yazmaya ‘Kambur’ adlı öykümün 2016’da Öykülem’de yayımlanmasıyla başladım, diyebilirim. Dergiler edebiyatın arka bahçesidir ve çok kıymetlidir. İyi yazmaya çalışan biri kendi sesini bu arka bahçede duymaya ve duyurmaya başlar. Yayımlanmaya değer görülen öyküsüyle reddedilen öyküsünü karşılaştırarak iyi bir öykünün nitelikleri üzerine kafa yorar. Fakir Baykurt, Sevgi Soysal, Ahmet Hamdi Tanpınar adına düzenlenen yarışmalar ise önemli duraklardı. Ödüllerin somut bir anlamı olmasa da edebiyata yıllarını vermiş insanlar tarafından yazdıklarınızın okunmaya değer görülmesi mutluluk verici.
Öykü türündeki kitaplar dergilerde yayımlanmış öykülerin toplamından oluşur genellikle, ancak ‘Fresko Apartmanı’ öyle değil, birbirini bütünleyen öykülerden oluşuyor.
Haklısınız. ‘Fresko Apartmanı’, 2017 yılında zihnimde belirmeye başladığında kitabın birbirini bütünleyen öykülerden oluşacağı az çok belliydi. Dosya üzerinde çalışmaya başladığımda da bu durum değişmedi. Bu nedenle diğer öyküleri toparlayıp bir dosya oluşturma işine kalkışmadım.
Kirkor, Rüya, Eleni, Ani, Nadia, Ali Turhan, Bora ve İsmail, Kuzguncuk’taki Fresko Apartmanı’nda birbirlerine sığınarak yaşama tutunuyorlar. Bu karakterler ve onların hikâyesi nasıl oluştu? Gerçek, kurguya ne kadar yansıdı?
Kurmaca, gerçekle bağını daima korur; ancak metnin gerçekliği, gerçeğin dönüştürülmüş halidir. Savaşlar, göçler, özgürlük, aidiyet ve kimlik meselesi uzun zamandır kafa yorduğum konular. İstanbul’da yaşamaya başladığımdan beri terk edilmiş apartmanların, ismi değiştirilmiş sokakların, bu şehri bırakıp gitmek zorunda kalanların hikâyesini merak ettim hep. Şehirdeki izleri takip ederek öğrendiklerim bu kitaptaki hikâyelerin oluşmasını sağladı. Gerçek, kurguya elbette yansıdı; ancak öykülerde anlattıklarımı ne yaşadım ne de birinden dinledim.
Aşkı, hayal kırıklığını, umudu, tutkuyu anlatan öyküler, 6-7 Eylül olayları ekseninde birleşiyor. Utanç tarihlerimizden birini bugüne taşırken; ‘Ayna’da Suriye’deki iç savaşa, ‘Sığınak’ta işinden olan bir gazeteciye yer vererek güncel meselelere de değiniyorsunuz.
Bireyi toplumdan bağımsız düşünemeyeceğimiz için karakterlerin iç dünyasını, duygularını siyasi ve toplumsal olaylarla birlikte vermeye çalıştım. Elbette beni rahatsız eden olay ve durumlardan yola çıktım. Dert edindiğim meseleleri kitaptaki karakterler aracılığıyla ele almak istedim. Savaşlar, katliamlar, sürgünler yalnızca geçmişte yaşanmadı, bugün de devam ediyor. Dolayısıyla günümüzde tanık olduklarımız her seferinde geçmişi bize tekrar hatırlatıyor.
Unutmak ve hatırlamak arasında gidip gelen karakterler var. Kimileri acı günleri unutmak istiyor, kimileri ise daima hatırlamaktan yana.
Zaman zaman hepimiz aynı ikilemde kalıyoruz. Bizi üzen olayları unutsak rahatlayacağız sanıyoruz ya da hiç bilmesek... Rüya, Eleni’yi şanslı sayıyor. O iki günün dehşetini hatırlamadığı için, aklını yitirdiği için... “Keşke ben de hatırlamasaydım” diyor. Kirkor da geçmişin yüküyle yeni bir dünya kurulabileceğine inanıyor. Ben daima hatırlamaktan, hiç unutmamaktan ve hiç unutturmamaktan yanayım. Sanırım kitaptaki öykülerin her biri kendime bıraktığım bir not. Unutma bunları demek için yazdım belki de. Hem kendime hem başkalarına unutma demek için...
Öykülerde tek tek karşımıza çıkan karakterler ‘Veda’ adlı öyküde terasta, Matilda’nın bahçesinde Boğaz’a karşı aynı masada buluşuyorlar. Onları aynı sofrada buluşturmanız birlikte yaşayabilmeye dair özleminizi mi yansıtıyor?
Olabilir tabii. Birlikte yaşamayı toplum olarak da özlediğimizi düşünüyorum, farkında değiliz sadece. Didişip duruyoruz, oysa farklılıklara rağmen bir arada olabilmenin tadına bir varsak, farklılığın içindeki rengi, zenginliği görebilsek dünya bambaşka bir yere dönüşecek. Fresko Apartmanı’nı İstanbul’dan uzakta olduğum bir dönemde, Londra’da yazdım. Ailem, arkadaşlarım, dostlarım, İstanbul burnumda tütüyordu. Kitaba bu özlemin de yansıdığını şimdi daha net görebiliyorum.