DENİZ GÜNEY
Oluşturulma Tarihi: Nisan 11, 2023 12:35
Ezgi Durmuş’un romanı ‘İntihar Ormanı’, devrimci bir babanın, “adının hakkını verememiş” oğlu Umut’un; bir gencin yaşadığı büyük aşkın ve o aşkın unutmakla hatırlamak arasındaki sınanışının hikâyesi...
Ezgi Durmuş’un kaleme aldığı “İntihar Ormanı”, olağan bir aşk hikayesinin hiç beklenmeyen sonu ile okuyucuyu adeta darmadağın ediyor. Oysa hikayenin en başında sonunu yazan yazar, beklenmedik finaliyle düşündürüyor, sorgulatıyor ve bize gerçek aşkın neleri göze alabileceğine dair farklı bir perspektif sunuyor. İntihar Ormanı, tıpkı boğaza takılan bir yumru gibi orada, hafızada kalakalıyor ve onunla yaşamaya alışmayı öğretiyor.
Devrimci bir babanın, “adının hakkını verememiş” oğlu Umut’un hikayesine ışık tutan “İntihar Ormanı”, bir gencin yaşadığı büyük aşkı ve o aşkın unutmakla hatırlamak arasındaki sınanışını konu alıyor. 34 yaşındaki Umut, hayattaki en büyük başarısını İz’i sevmek olarak tanımlarken aslında aşkın, gündelik koşturmacanın içinde kişinin tüm benliğine nasıl yayıldığını anlatıyor. Hepimizin yaşadıklarını, dertlendiklerini, hırslandıklarını yaşıyor Umut da. Okuyucu onunla kızıyor, onunla mutlu oluyor ve onunla seviyor İz’i.
Aşık olmak dışında övünebileceği başka bir meziyeti olmadığını düşünen Umut, kitabın daha en başında sonunu anlatan bir karakter olarak çıkıyor karşımıza ve aşkına rağmen İz’i neden öldürdüğü sorusunun yanıtını aramaya itiyor okuru. Sonucu bildiği halde hikayeyi okumaya devam eden, anlamaya çalışan okur; Umut’un anekdotlarında çözdüğünü zannettiği olay örgüsünü birçok kez en başından değerlendirmek zorunda kalıyor.
Aşkını ölümsüz kılmak için sevdiğini öldürmek mi gerekir? Belki de bazen bir aşkı yaşatabilmenin tek yolu onu öldürmektir. Yaşanan böylesi yüce bir duygunun yok olup gitmesine engel olmaktır belki de onu kuvvetlendiren… Bir aşkı yaşatmak için nelerden geçilir? İntihar Ormanı, işte tüm bu ironilerin izini sürüyor.
Umut’un kendi iç sesiyle verdiği savaş, herkesin benzer içsel tartışmalarda kendini bulmasının bir tezahürü olarak ortaya çıkıyor. En çok kendimize soruyoruz yanıtından kaçtığımız soruları ve en çok kendimizi yargılıyoruz belki de acımasızca. Yazar, Umut’un iç hesaplaşmalarında insanın kendine olan mahcubiyetiyle baş etmesinin güçlüğünü gösteriyor okura ve şöyle diyor, “Herkese ve her şeye verecek bir cevap illa ki bulunuyor ama içindeki sese hak verdiği an –ki buna vicdan deniyor– işte o zaman kabuğunun altına gizlediği ne varsa ortaya çıkıyor.”
İntihar Ormanı’nda yazar, hayatta cesaret edip edemediklerimizi de aslında hiçbirimize uzak olmayan örnekler üzerinden anlatıyor. Hayatına son vermek midir cesur olmak, yoksa tek kurtuluş ölümken bile yaşamayı tercih etmek midir bizi cesaretli kılan? Cesaretin mücadele gerektirdiğini, insanın ölmek için değil yaşamak için her şeyi göze alabileceğini gösteren bu kitapta, ölümü seçmenin yaşanan tüm zamanlara ihanet olduğunun altı kalın kalın çiziliyor.
Kitapta aşkı yaşamanın tek yolunun onu hatırlamaktan geçtiğini söyleyen yazar, hatırlamanın büyülü yolcuğuna çıkardığı okuru güçlü bir meraka sürüklüyor. İnsanın başına gelmesinden korktuğu her şeye zamanla alışabileceği, dayanamayacağını sandığı her şeyle birlikte biraz acı çekerek de olsa yaşayabileceği anlatılıyor bu kitapta. Asıl cesaretin o zaman ortaya çıktığı, sevdiklerimizin uğruna, hatırlamanın hatırına neleri göze alabileceğimiz, sınırlarımızı ne kadar zorlayacağımız o kadar belirsiz ki. Unutanla unutulanın acılarının benzerliği gerçeği çarpıyor yüzümüze, sayfalar arasında gezindikçe.