Güncelleme Tarihi:
Zaven Biberyan’ın 1962 yılında Ermenice kaleme aldığı ‘Meteliksiz Âşıklar’ -orijinal ismiyle ‘Angudi Siraharner’- romanı Türkçeye ilk kez çevrildi. ‘Meteliksiz Âşıklar’da Ermeni bir gencin aşk hikâyesi etrafında gelişen bir dizi olay eşliğinde 1950’ler Türkiye’sinin toplumsal hayatından bir kesit sunuyor Biberyan. Bu aynı zamanda kuşaklararası çatışmaya, geçmişin tortusunun -ahlak anlayışıyla, değer yargılarıyla, cemaat ilişkileriyle- modern birey üzerinde yarattığı baskılara ve isyana dair bir hikâye...
Türkçeye çevrilmiş iki romanının dışında Fransızca ve Ermeniceden Türkçeye yaptığı önemli çevirileri de olmasına rağmen Zaven Biberyan ismi bugün pek çok okuyucuya yabancı gelebilir. Bu toprakları, -Türk’ü, Kürt’ü, Rum’u, Ermeni’siyle- bu topraklarda yaşayan insanları, ortak bir tarihi, ortak dertleri ve sıkıntıları anlatmalarına rağmen ne yazık ki İstanbullu ya da Anadolulu pek çok Ermeni, Rum ve Kürt yazar da yeterince tanınmıyor. Neden tanınmadıkları, neden bu ülke edebiyatının dışında sayıldıkları, edebiyat eleştirisinin ya da kültürel incelemelerin farklı kimliklere karşı duyarsızlığı sorgulanması gereken kadim bir mesele olarak hâlâ önümüzde duruyor.
ZOR ZAMANLAR
Edebiyatçı, siyasi aktivist, gazeteci, makale yazarı, romancı, çevirmen Zaven Biberyan, 1921’de İstanbul’da doğdu, Saint Joseph Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Ticari İlimler Akademisi’nde öğrenim gördü. 1941 yılında askere alındığında yedek subaylık hakkı verilmedi, askerliğini Akhisar’da nafia eri olarak tamamladı. Komünistti Biberyan. Düşünceleri nedeniyle hapis yattı. 1949’da Beyrut’a gitti. Çok partili döneme geçildikten sonra -1953’te- İstanbul’a döndü. 1960’larda Türkiye İşçi Partisi’nde çalıştı. 1968 yerel seçimlerinde İstanbul Belediye Meclisi üyeliğine seçilmişti. 4 Ekim 1984’te yaşama veda etti ve Şişli Ermeni Mezarlığı ‘Aydınlar Bölümü’ne gömüldü.
Biberyan yazarlık hayatına Ermenice yazdığı öykülerle başlamıştı (1945). Yazmayı çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan öyküler ve makalelerle sürdürdü. Ne var ki gerek sürgünlüğü, gerek zorlu hayat koşulları nedeniyle çok fazla eser vermedi. İlk romanı ‘Lıgırdadz’ (Sürtük) 1959’da yayımlandı. (Kitabın Türkçeye çevirisi 1966’da ‘Yalnızlar’ adıyla yapılmıştı). Öykülerini derlediği ‘Dzovi’ (Deniz), 1961’de yayımlandı (Henüz Türkçeleştirilmedi). 1970’te Jamanak gazetesinde 294 gün tefrika halinde, ölümünden birkaç hafta önce ise kitap olarak yayımlanan ve Biberyan’ın başyapıtı sayılan ‘Mırçünneru Verçaluysı’ (Karıncaların Günbatımı) 1984’te Fransa’da Eliz Kavukçuyan Ödülü’nü kazandı.
‘Meteliksiz Âşıklar’, ilk bakışta bir gençlik aşkı ve bir baba-oğul çatışması gibi görünmesine rağmen barındırdığı metafor ve temalarla çok katmanlı okumalara açık bir roman. Roman kahramanı Sur, 19 yaşında bir lise öğrencisi. Fabrikada işçi olarak çalışan Norma’ya âşık. Ne var ki kız arkadaşının kendisinden yaşça büyük ve üstelik çalışan bir kadın olması nedeniyle ailesinin baskısıyla karşılaşıyor. Bunun nedeni; yıllar yılı çabalayarak Ermeni cemaati içinde nihayet bir mevki sahibi olan taşra kökenli babası ve annesinin, kendilerini artık ayrıcalıklı olarak görmeleri ve böyle bir gelini kendilerine yakıştıramamaları. Oysa Sur ve iki kardeşinin gözünde ne Ermeni Kilisesi’nin ruhani önderliğinin ne de onların değerler dünyasının hiçbir önemi yok. Tersine her üçü de cemaatin faaliyetleri ve yayınlarıyla açıkça alay ederek babalarını rahatsız ediyorlar.
Sur’un davranışları alaycı bir tutumun ötesine geçecek; gerek annesi gerek babasıyla yıkıcı çatışmalara dönüşecektir. Öyle ki Norma ile evlenebilmek uğruna okulu bile bırakmayı düşünür. Ancak ailesinin rahatsızlık -hatta tiksinti- duyduğu zihniyet biçimlerinden pek çok şey bulaşmıştır Sur’un yargılarına. Zaman zaman onların bakış açısından yargılarla değerlendirir Norma’yı. Kıskanır, kızar, küser, acı çeker. Bu düşüncelerin kökeninde geleneğin etkisinin olduğunun farkına vardıkça öfkesi kendisine yönelir. Öte yandan hayatını çalışarak, zorlukla kazanan Norma iki meteliksizin kuracağı bir yuvanın nelere mal olacağını bilecek kadar gerçekçidir...
ORHAN KEMAL KADAR GERÇEKÇİ...
Ermenice yazdığı ‘Babam Aşkale’ye Gitmedi’ ve ‘Yalnızlar’ romanlarında Ermeni insanının sıkıntılarını merkezine almakla birlikte, bu sıkıntıları toplumsal yapıya yerleştiren sosyalist bir bakışı vardı Biberyan’ın. Özellikle babasının Varlık Vergisi günlerinde uğradığı haksızlıklarla başlayıp kendisinin nafia erliği dönemiyle sonlanan ‘Babam Aşkale’ye Gitmedi’, sadece tek parti iktidarının açıkça ırkçı politikasını teşhir etmekle kalmamış, bu akıldışı uygulamaların insani ilişkilerde yarattığı tahribatı da gözler önüne sermişti. Kısa bir roman olan ‘Yalnızlar’da da yine 1950’lerdeki siyasi ve toplumsal değişimlerin bireysel hayatlardaki karşılığını aramış, insanlar ve cemaatler arasındaki iletişimsizlikle yalnızlaşan insanların dramlarını işlemişti.
‘Meteliksiz Âşıklar’ konu itibariyle ‘Yalnızlar’a daha yakın ama daha ustalıkla yazılmış bir roman. Biberyan’ın tartışmak istediği meseleleri hikâyesine katmakta çok daha başarılı olduğunu söyleyebilirim. Metaforları çok iyi kullanmış. Mesela iki âşığın ada kaçamakları esnasında sürekli röntgencilerden rahatsızlık duymaları hem düz bir gerçekliği yansıtıyor hem de Ermeni bir gencin bu toplum içinde sürekli takibat altında olmaktan duyduğu rahatsızlığı... Yanlış anlamalara meydan bırakmamak için Sur’un rahatsızlığının sadece Türklerle ilgili olmadığını, Ermeni cemaatinin kapalı yapısının da bir o kadar tedirginlik yarattığını eklemek isterim. Bunun daha açık yansıması Sur’un babası ile çatışmasında çıkar ortaya. Biberyan, aile kurumunun toplumsal iktidarın yapıtaşı olduğunun farkındalığıyla birey-toplum çatışmasını aile kurumu etrafında işlemiştir. Romandaki çekirdek aile aslında cemaatin küçük bir modelidir ve Sur’un gerçek çatışması İstanbul Ermeni toplumuna karşıdır. Babası özelinde cemaatin değerler dünyasına, hiyerarşisine, sınıf ayrımcılığına, tutuculuklarına ve burjuva yaşam tarzlarına isyan eder Sur.
Ancak bütün bu art anlamları bir kenara bıraktığımızda anlatı tutarlılığını yitirmez; bir delikanlının tutkusunu, cinsel açlığını, kimlik arayışını, hezeyanlarını anlatan iyi kotarılmış bir hikâye buluruz karşımızda.
Zaven Biberyan’ın ‘Meteliksiz Âşıklar’ında Orhan Kemal’in ‘Baba Evi’ni hatırlatan pek çok yan var. Kuşaklararası çatışma, cinsellik, kimlik arayışı ve elbette sınıfsallık... Bunların ötesinde yalın dilleri, toplumun her kesiminden insanı -aydın duyarlılığıyla- hikâyeye katma çabaları da birbirine benziyor. İki yazarı ayıran en önemli fark, hayata bakışlarında. Orhan Kemal’in iyimserliğini -roman sonundaki kısa bir an dışında- hiç paylaşmıyor Zaven Biberyan.
‘Meteliksiz Âşıklar’ ile Biberyan modern burjuva bireyin bunalımını konu edinen yazarlara -Joyce, Walser, Kafka, Musil ve diğerlerine- daha yakın duruyor. Ancak tıpkı çağdaşı Thomas Bernhard gibi Zaven Biberyan’da da ironiden, gülmekten ve gülümsemekten eser yok. Bu yokluk, umudun yokluğu ile açıklanabilir. Bir başka deyişle Biberyan “gözü dönmüş ve ürkütücü bir boğuntu karşısında ne yapacağını bilemeyen modern bireyin/yazarın klasik örneklerinden” birisidir.
METELİKSİZ ÂŞIKLAR
Zaven Biberyan
Çev.: Natali Bağdat
Aras Yayıncılık, 2017
224 sayfa, 26 TL.