Güncelleme Tarihi:
Edebiyat okurunun Ademhan Esen ile tanışıklığı bundan bir sene evveline dayanıyor. Benim tanışıklığımsa biraz daha eskilere... İyi bir hikâye anlatıcısıdır. İlk kitabı ‘Ağrı Kesici’nin yayımlanmasından daha önceki zamanlara denk gelir bu anlatıcılık.
‘Ağrı Kesici’nin ardından yeni kitabı ‘Harfler Bizi Terk Etmeden’i yayımlayan Ademhan Esen, edebiyatın deneysel, pozitif ve enerjik kısmını kullanıyor, tercihen. Öykülerinde hep bir ışığa ulaşma, sanatla aydınlığa kavuşma çabası görüyoruz. Neredeyse bütün öykülerini içten bir tebessümle -bıyık altından gülmek de denebilir- okudum. ‘Ağrı Kesici’de yer alan ‘Fena Diktatör’ isimli öyküde, diktatörlükle topluma kitap okumayı dayatıyordu. Kitap okumak gibi meşgalesi olmayan halk, bir müddet sonra “Biz kendi okuyacağımız kitaplara kendimiz karar veririz” diyordu. Böyle diktatörlüğe can kurban, demeden edemiyor insan.
‘Harfler Bizi Terk Etmeden’de yer alan ‘Hikâyede Sahtecilik’ öyküsünde de bu tarz bir teşvik görüyoruz. Halka zorla kötü hikâyeler okutuluyor, kitaplar yasaklatılıp yakılıyor ve sonra halk bu duruma uyanıp kitaplarına sahip çıkıyor! Bizim için gayet lüks duruyor ve öyküleri biraz da bu yüzden mizahi buluyorum. Bahsi geçen hikâyelerin kısmen de olsa gerçek olduğu topraklarda, bu tarzda yazılmış öyküler toplumsal gerçekçi olarak tasnif edilirdi. Zaten kitaplarla ilişiği mektepteki münasebetinden öteye gitmeyen bir toplumuz. Elinde kitap görülene “Sınavın mı var?” diye soruluyor.
Alberto Manguel, Salman Rushdie’nin evinde yere düşen ekmeği öpmek gibi, yere düşen kitabı öpme geleneği olduğunu aktarıyordu. Ekmeğe ve gıdanın her türlüsüne gerekli tazimi gösteren toplumumuzun ne yazık ki kitaplar konusunda bilinci zayıf. Bu konuda babama minnet borçluyum, kitap için istediğim parayı cep harçlığımdan müstesna tuttu hep. Kitabı, diğer her şeyden ayırdı. Ademhan Esen’in de bilinçli ya da bilinçsiz resmettiği Salman Rushdie’nin evinden başkası değil. Kaygılar, beklentiler ve umutlar... Ademhan’ın kurgusu ile Rushdie’nin gerçekliği arasında hakiki bir bağ var. Kitaba değer veren iki yazarın arasında oluşmuş, kalemle çizilmiş bir bağ. Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez.
Öykülerinde en beğendiğim şeyi de söylemeliymişim gibi hissediyorum. Televizyonu, cep telefonumuzu, bilgisayarımızı ya da gazetemizi açtığımızda karşımıza çıkan ve bitmek bilmeyen kaosu bilmem söylemeye, anlatmaya gerek var mı? Ahmet Erhan’ın 1979’da “Biri çıkıp da, bu geceki ayın görkeminden söz etmeyecekse / Artık ölebilirim, diyebilirsin / Yanımda, yöremde yıkıntılar / Ve yüreğimde, aynı ülkenin nüfus cüzdanını / Taşıdığım birinin kurşunu var!” diye anlattığı memleketimiz kaos sorununu çözebilmiş değil. Toplum ve memleket deyip kendimi, ailemi ve arkadaşları tenzih etmiyorum. Mutlak anlamda kaostan besleniyor, öfkeden feyz alıyoruz. Kibarlığı zafiyet sanıyoruz hâlâ.
Ademhan, bütün bu dertlerimizin içinde, şu zaman diliminde bu coğrafyada yaşayanlar için lüks sayılacak kaygılarla boğuşturuyor okurları. Belki yoğun geçen sınav sonrası bir soluklanma, belki uzun bir doğa turu bir nebze. Ahmet Erhan dizesiyle ‘birisi çıkıp ayın görkeminden söz ediyor’. Ademhan, edebiyattan ve sanattan beslenerek geleceği aydınlatmanın görkemli çabası içinde sürekli. Yılgın, bitkin, umutsuz, kederli ve mihnetli; kargaşadan körelmiş zihinlere umut ışığı yakmaya çabalıyor. Beceriyor da...