HAYDAR ERGÜLEN haydaree@yahoo.com
Oluşturulma Tarihi: Kasım 13, 2020 11:23
Güzel bir olay diyeyim bu tesadüfe. Üç şairin; Mehmet Mümtaz Tuzcu, Gültekin Emre, Fergun Özelli öykü kitaplarını aynı anda okudum. Alakarga’nın şairlere yaptığı, şairlerin okurlara yaptığı bir güzellik. Üç farklı şair, şiirleri farklı, öyküleri, metinleri de farklı, fakat öyküleri şiirlerinin akrabası.
İlki Mehmet Mümtaz Tuzcu. Onun kimselere benzemeyen, tanışıp okumaya başlayınca da sözcüklerinin büyüsüne kapılıp sürükleyen şiirinden sonra, ilk kez bir düzyazısını okudum. Bunları okuyunca da meğer şiirleri de ne öyküler besliyor ve gizliyormuş diye düşündüm. Tuzcu’nun şiiriyle hemhal olanlar bilir, sözcük oyunlarından anlam çoğaltmalarına, bulucu yanından görselliğe uzanan dilsel şaşırtıcılıklarına, her okuyuşta dilde, gözde ve bellekte alışılmadık tatlar bırakan bir şiirdir sabırla, özenle, tazelikle sürdürdüğü.
Bazen de onun eline düşen sözcüklere ne mutlu diye düşünürüm. Şimdi öyküleri için de düşündüğüm gibi. Şöyle de düşündüm, bu öyküleri okuyanlar, bilmiyorlarsa eğer, şiirini de merak edeceklerdir. Ve şiiriyle öyküsü arasındaki medcezirden ziyadesiyle etkileneceklerdir. Tuzcu’yu da düzyazıyazmazlardan bilirdim. Yazarmış meğer, hayli zaman önce 2006’da ‘Yaşamsanat’ adlı bir deneme kitabı yayımlamış. Şimdi de hayranlık uyandırıcı bir dil, anlatım, kurgu harikası diyeceğim ‘Tam Karşımda Tam Ortada’ (Alakarga) başlıklı öykü kitabı. Olsaydı ah diye gönül burukluğu yaratanlardan Hulki Aktunç’u arardım hemen, gerçi o benden evvel okumuş olurdu ama ben yine de paylaşmak isterdim Tuzcu’nun gipgizli sımsıkı bir öykücü olduğunu. Ne de olsa bu öyküler en çok Hulki’nin kalemi. Neden? Yeraltı dili, argo, bambaşka sözcükler, cümle yapbozları...Yine de ilk Hulki’ye söylüyorum.
Orhan Berent üzerinden, sonra da Murat Uyurkulak’ın son romanını anarak, bir İzmir Romanları olgusundan söz etmiştim. Tuzcu’nunki roman değil ama İzmir Edebiyatı rafında ‘mümtaz’ bir yeri var onun da. Girişe yazdığı gibi, “Gene er’ce cerlettik teberceyi betikte/ dik’ti telek, sarptı dikte, yaz/ Mümtaz, tenler tetikte”. Kitabın bu ‘alın’ yazısı içeriğini de
haber veriyor bize, ‘tenler tetikte’.
Şiirde olduğu gibi düzyazıda da bir usta
Gültekin Emre, cömert bir edebiyatçı. Şiiri, yazısı bol. Deneme, inceleme, anı. Öykülerini ilk okuyorum, ‘Sek Sek’ (Alakarga). 2 yıl önce çok beğenerek okuduğum şiir kitabı ‘Seke Seke’yi çağrıştırdı ilkin. Sonra da harfleri de azalttığına göre kısa öykü yazmış olmalı dedim. Kısa yazdığı gibi adları da çoğun tek sözcük. Öyküleri de şiirlerine benziyor demiştim şairlerin, Emre’ninkiler de. Hatta yazdıkları da kendilerine benziyor. Şiirini yakından tanıdığım için, şiir evrenindeki pek çok şeyi öykülerinde de gördüm. Anlatımı da öyle. Çoğun lirik, yer yer bulutlu, yani epik! Şair öyküsü. Kısa öykü yazan şairlerin hemen hepsi, onu da şiirlerinin bir parçası kılıyorlar bence. Şair öyküsü deyişim bundan. Kim bilir belki de kısa öyküde böyle bir başlık açılmalı. İmgeyle çalışmanın, metaforik düşüncenin bir eğilimi belki de. Emre de öyle yapıyor ve düzyazıyı şiir gibi yazıyor. Sonlardaki cümleler de bir şiirin son dizesi duygusunu veriyor. Özendirici, kışkırtıcı, yüreklendirici öyküler. Nasıl demeli, şairin kısa öyküsü, bir nefes gibi.
‘Dımdızlak’ (Alakarga) da Fergun Özelli’nin en yenisi. Ben öykü diye okudum, metin diye de okunabilir, hatta son şiir kitabı ‘Vahşi Veraset’e (2018) bakarak şiir gibi de. Türlerarası bir yapıt ve bunun yetkin bir örneği. En azından üç biçimde okunabilecek bir yapıt olması bile başlıbaşına bir zenginlik. Fergun, ‘Vahşi Veraset’te de bir alfabe şiir denemişti. Şiir denemedir ve bu anlayışı ‘Dımdızlak’ta da görüyoruz. Toplumu, ilişkileri, devleti, kıyımları, saçmalıkları, kendini yoğun bir alaysamaya uğrattığı bu dil, eğretilemeleriyle kendi iktidarını da bozucu bir nitelik kazanıyor. Bozguncu bir dil oluyor. ‘Kansalak Makamı’nda dediğidir: “Ah! aklıma ziyan! denizini kurutup toprakla döven, ormanını tutuşturup kahkahayla gülen bu ahmak ve gururlu klan, çocuklarına tecavüz ettikten sonra televizyon seyredip içkisini içen, çığırından çıkmış bir insan!” Fergun da işte bu ‘çığırından çıkmış dil’e yatırıyor her şeyi ve ortaya ‘Dımdızlak’ bir şimdinin anlatısı çıkıyor.