Güncelleme Tarihi:
Orman o uğursuz sesle yankılandı…
Korkunç bir patlamaydı…
Öyle ki ormanın tüm huzurunu ve sükunetini dağıttı.
Kadınlar korkuyla bebeklerine sarıldı, erkeklerin yanına koştu…
Kuşlar bile çığlık çığlığa ormandaki yüksek ağaçların arasında kendilerine saklanacak yer bulma telaşına düşmüştü…
Nyungarları şaşkına çeviren gürültülü patlama, askerlerin Batı Avustralya sahillerine ilk kez çektikleri Birleşik Krallık bayrağını on sekizlik top ile selamlamalarından ibaretti.
Ortalık yabancılarla doluydu.
Aborjinlerin o zamana kadar hiç duymadığı bir dilde konuşuyorlardı. Hepsinin teni soluk, saç renkleri birbirinden farklıydı.
Kaptan Fremantle, Nyungarlara baktı ve işte o sözü söyledi:
“Buranın adını Batı Avustralya koyuyorum…”
Ardından İngiliz İmparatorluğu’nun bayrağını selamladı…
Peki kimdi Nyungarlar’ın şaşkınlıkla izlediği bu insanlar…
Onlar topraklarına gelen ilk yerleşimcilerdi. Artık ‘Beyaz adam’ın kanunları geçerliydi…
Aborjinler topraklarından atılıyor, yersiz, yurtsuz, mülksüz bırakılıyordu.
Yıl 1931’i gösterirken bir şey oldu…
Çocuk yaştaki Molly, Gracie ve Daisy, Avustralya Hükümeti’nin asimilasyon politikası gereği bir merkeze götürüldüler.
O merkezde beyazlara hizmetkâr olarak yetiştirileceklerdi.
Bu, çok dramatik bir hayatın da başlangıcıydı…
Burada okuyacağınız sadece üçünün hayatı olsa da tarih bize devletin asimilasyon politikaları altındaki 100 bin çocuğun aileleri ve kabile topraklarından çıkarıldığını söylüyor.
Gözünüzde canlandırın…
Moor Nehri Yerli Yerleşkesi’nin yolları çamurluydu. Kapı zincirlerle bağlanmış, pencereler parmaklıklara hapsedilmişti.
Burası Aborijin çocukları için yatılı okuldan ziyade bir toplama kampını andırıyordu.
Yarı melez Aborijin teyze çocukları gördükleri her şey karşısında dehşete kapılmışlardı.
Dillerini değil, İngilizce konuşmaları isteniyordu.
Yemekler kurtluydu.
Yataklar sert ve soğuk.
Ve duydukları karşısında dehşete düştüler…
Bir ses, kafalarının kazınacağını ve kırbaçlandıktan sonra kodese atılacaklarını söylüyordu.
Ve bir karar verdiler…
En küçüğü sekiz yaşında olan Molly, Gracie ve Daisy dokuz hafta sürecek bir yolculuğu planlayıp, kaçtılar.
Ülkeyi kuzeyden güneye bölen iki bin kilometrelik çit boyunca yalınayak yürüdüler…
Tavşanlar gibi deliğe girip uyudular…
Aç kaldılar…
Ölmekten korktular…
Cesaret ettiler, azmettiler, en önemlisi yol boyunca inançlarını hiç kaybetmediler.
Sonunda ailelerine kavuştular…
‘Çit’in yazarı Doris Pilkington da bir Aborijin.
Hikâye de annesi ve teyzesinin gerçek hikâyesi…
Bu kitabı okuduğunuzda Avustralya’nın gerçek sahiplerine yapılanlar karşısında derinden etkileneceksiniz.
Üç kızın azmi karşısında doğanın ve devletin asimilasyon politikasının bile aciz kaldığını göreceksiniz…
İyisi mi okuyun…
Özgürlüğü içselleştirmek için ilham olsun…
Okumakla kalmak istemiyorsanız; 2002 Edinburg Uluslararası Film Festivali’nde en iyi film ödülü alan ‘Tavşan Çiti’ni bulun ve izleyin…
çit
Doris Pilkington
Çeviren : Soner Tursun
Flamingo Yayınları
168 sayfa,19TL.