Güncelleme Tarihi:
Polonyalı yazar Olga Tokarczuk, 2018’de art arda kazandığı itibarlı edebiyat ödülleri Man Booker ve Nobel’le beraber edebiyat dünyasındaki yerini sağlamlaştırmakla birlikte, adını ve kaleminden çıkanları daha yüksek sesle duyurmaya başladı. Kitapları dünyanın dört bir yanında okunuyor artık, romanları birçok dile çevrildi. Tokarczuk’un Türkçeyle tanışması da bu ödüllerden sonra oldu. 2020’de yayımlanan ‘Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde’ ve ‘Kadimzamanlar ve Diğer Vakitler’, yazarın Türkçedeki ilk verimleriydi. İşin güzel yanı okurda da karşılık buldu Nobel’li yazar. Artık Türkçede de ciddi bir okur kitlesine ses verebiliyor. Tokarczuk’un Türkiye’deki yayıncısı olan Timaş Yayınları da bu ilgiyi karşılıksız bırakmıyor ve araya çok fazla zaman koymadan, romanlarını Türkçeyle ve okurla buluşturmaya devam ediyor. Bu doğrultuda Tokarczuk’un bir kitabı daha geçen günlerde okurla buluştu: ‘Son Hikâyeler’. ‘Son Hikâyeler’i de yazarın tıpkı diğer kitapları gibi Neşe Taluy Yüce’nin çevirisiyle okuyoruz.
‘Son Hikâyeler’de üç uzun öyküyle karşımızda yazar. Üç farklı yaşama, üç farklı kadına, üç farklı acıya fakat bu farklılıklara rağmen aynı yalnızlığa dokunmaya çalışan öyküler bunlar. Fakat Tokarczuk bu öyküleri bir roman çatısı altında toplamış. İlk elden kendini göstermeyen bu roman bütünlüğü, sayfalar ilerledikçe Tokarczuk’un ele aldığı kavramlar arasındaki akrabalıklarla gün yüzüne çıkmaya başlıyor. Farklı kuşaktan üç kadının yaşadıkları aracılığıyla kurulan ve incecik ilmeklerle birbirine tutunarak nahif bir çatı oluşturan hikâyelerin en önemli kesişim noktasını ise romanın da bir başka kahramanı olarak art alanda gezinen ‘ölüm’ meydana getiriyor. Kitabın içinde özgürce dolaşan bir kavram ölüm. Bu tanıdık bir tema artık Tokarczuk özelinde. Mesele üzerine düşünmeyi seviyor. Yazarın, ölümü yaşam üzerinden okuması ise kendine has özelliklerinden biri. ‘Son Hikâyeler’de anlattığı üç kadının öyküsünde de tam olarak bunu görüyoruz.
GÜÇLÜ BİR ANLATICI
Bu üç kadından da bahsedelim... Uzun bir aradan sonra eve dönen ama sadece tanıdıkların anılarıyla teselli bulmak zorunda kalan Ida; keçisiyle dağlarda yaşayan Pareskeva ve son olarak torun Maja. Birbirlerine kanla bağlı olmalarına rağmen her biri bağımsız ve özgür ruhlu kadınlar. Bu üç kadın, aynı zamanda üç farklı kuşağı da temsil ediyor. Büyükanne, anne ve torun kimlikleriyle yazarın kuşatıcı bakışına katkı sağlıyorlar. Karakter olarak da farklı yönlerde duran bu üç kadın, aslında üç kuşağın ruhunun en gizli köşelerini ortaya çıkaran hikâyeleriyle bir roman çatısı altında bir araya gelip uyumlu bir orkestra gibi hareket edebiliyorlar.
Güçlü bir anlatıcı Tokarczuk. Kadrosunu ve hikâyelerini bir orkestra şefi gibi yönetiyor. Anlatım gücünü ise gerçek dünyanın masal ile kesiştiği o ara bölgeden alıyor. Zaman zaman ‘büyülü gerçekçi’ denebilecek öğelerle de zenginleştiriyor hikâyelerini. Kitap boyunca modern bir masalın içinden yürütüyor okurlarını aslında Tokarczuk bu bağlamda. Bu masalını ise kimi zaman mistik bir atmosferle, kimi zamansa ürkütücü, sert bir gerçekçilikle besliyor. Yazarın şiirle iç içe geçmiş diliyle beslenen betimlemeler ise doğanın, yıldızların, insanların anahtarını veriyor adeta okurların eline.
‘Son Hikâyeler’ güçlü bir metin. Ölümü yaşamla konuşan, gerçekliği masalla anlatan, gündeliği fantastikle açan bir yazar var karşımızda.
SON HÄ°KÂYELERÂ
Olga Tokarczuk
Çeviren: Neşe Taluy Yüce
Timaş Yayınları, 2021
270 sayfa, 40 TL.