Güncelleme Tarihi:
“Tesadüf diye bir şey yoktur” diyorsunuz ve ilk kitabınız ‘Masal Terapi’de bir oyuna davet ediyorsunuz. Yol ayrımlarında, kararsızlık anlarında rasgele bir sayfa açıp oradaki masalı okumayı öneriyorsunuz. Şimdi bir oyun oynasak, istediğiniz bir kitabınızdan, Türkiye için bir sayfa açsanız hangi masala denk gelir?
Elimde ‘Masallarla Yola Çık’ var, rasgele bir sayfa açıyorum. Masallar zihinle seçilemez bence, ancak onlarla oyun oynadığımızda bize cevap verirler. Bize gelen masal ise... ‘Seni Tuz Kadar Sevdim’. Ne ilginç ki bu, Anadolu’da çok anlatılan bir masal. Sürekli sevilmeye ve onaylanmaya ihtiyaç duyan insanların masalı. “Gördüğümüz yetersiz sevgiden kaynaklı oluşan derin boşluğu, başkalarının doldurmasını beklemek, derin bir kuyuyu aydınlatmak için içine kibrit atmaya benzer. Işık hep geçici ve yetersiz olur” diyor bize. Gerçekten ışık isteyen birinin kendi güneşini yakması gerek. “Kalbini aç, bırak parlasın” diyor.
Oyuna devam edelim... Ben de rastgele bir sayfa açıyorum ve ‘Koltuk Değnekleri’ masalıyla karşılaşıyorum. Masal kral istedi diye koltuk değnekleriyle yürümek zorunda kalan sonra da bu durumu alışkanlığa dönüştüren bir halktan bahsediyor. Masaldan sonra diyorsunuz ki: “İşimizi görmeyenlerden vazgeçmenin zamanı geldi”. Ve uygulama bölümünde giysi dolabımızı ayıklamayı öneriyorsunuz. Peki, sizin dolabınızdan neler çıktı, nelerden vazgeçtiniz, neleri atamadınız?
Bu hafta Osmanbey’deki eski evimi boşaltıyorum, o nedenle böyle bir soru sormanız komik bir tesadüf oldu. Bu dönemde birçok eski eşyadan vazgeçiyorum. Bir yandan heyecanlıyım çünkü eşyalarımızın bizim hayatımızı ağırlaştırabileceğini çok iyi biliyorum, kullanılmayan eşyalardan kurtulunca hayatımıza nefis bir oyun rüzgarı esiyor. Ama duygusal bağlar benim bazı eşyalardan vazgeçmemi zorlaştırıyor, hiç takmasam bile babamın bana 12 yaşındayken aldığı bir bilezik, annemin ördüğü kazaklar benimle her yere geliyor. Aslında eşyalara değil, onların hikâyelerine bağlı olduğumuzu düşünüyorum. Maddiyata fazla önem veren bir çağda yaşadığımızı söylüyoruz, ama vazgeçme zamanı geldiğinde maddi değer değil, manevi değer bizi zorluyor.
İşte rastgele bir masal daha. ‘Birader Thomas ve Bülbül’de teknolojinin dikkatimizi dağıtabileceğini, bizi sürekli bölerek yaratıcılığımızı engelleyebileceğini söylüyorsunuz ve “teknomola”lar öneriyorsunuz. Sizin en uzun “teknomola”nız ne kadar sürdü?
Fethiye’ye yakın Pastoral Vadi Ekoloji Çiftliği’nde yaratıcılık kampları düzenliyorum. Genellikle kamplar 4 gün sürer ama ben orada bazen bir hafta, bazen 10 gün kalırım. En sevdiğim tarafı kampta telefonun çekmemesi. Hiçbir şey beni o kadar dinlendirmiyor. Her iki kitabımı da orada yazdım. Yazarken fark ettim ki zor bir kısıma gelince, hemen aklım cevap vermediğim e-postalara, iletişim kurmadığım insanlara, acilen sormam gereken veya araştırmam gereken konulara gidiyor. Eğer yanımda telefon olsa, hemen o konulara geçer, zorlandığım konuyu kenara bırakırım. Ama telefon çekmeyince, kaçmak mümkün olmuyor, odağımı tekrar zorlandığım alana geri getirebiliyorum ve bölünmeden derinleşip zorluğu atlatabiliyorum.
Sıradaki masal ‘Büyülü Bahçe’. Masalın sonunda “Asıl rehberin plan olmadığını, hayal olduğunu unutmadığımız sürece plan yapmak fena değildir” diyorsunuz. Sizin hayaliniz nedir şu sıralar ve bu hayalle ilgili planlarınız var mı?
Benim hayalim çok! Tabii ki çoğu masallarla ilgili. 10 yıldır Türkiye’de masal anlatıyor ve masal anlatıcılığı eğitimleri veriyorum. Başlama sebebim masalları çok seviyor olmak. Bu büyülü metinlere aşık olduğum söylenebilir. Ama anlattıkça aslında işimin en önemli tarafının insanları hayal kurmak için bir araya getirmek olduğunu anladım. Şimdi, “Masal bahane, bir araya gelmek şahane” diyorum. Masallara gelen insanların sayısı arttıkça, şehirlerde beraber hayal kurmak için toplanacak yerlerin az olduğunu fark ettim. Hayallerimden biri şehirde hayal kurmak için bir mekân yaratmak. Bir diğer hayalim de Anadolu’da, bir masal çadırıyla köy köy gezip masal anlatmak. Bir de kişisel bir hayalim var, İstanbul’da Adalar’da yaşamak, benim için İstanbul’daki Adalar tam bir masal diyarı.
Masal anlatmaya nereden başlamalı?
Önce bol masal okumak lazım. “Beni anlat” diyen masalı buluncaya kadar okumaya devam etmemiz lazım. Anlatmak istediğim bir masal bulmak için bazen 100 masal okuyorum. Gerçekten sizi güldüren, ağlatan, dokunan masalı bulunca onu üç kere okuyup kitabı kapamanız gerek. Sonra aklınızda sadece olay örgüsünü tutmanız lazım. Ve en son, dinleyici bulup o masalı kendi cümleleriniz, manileriniz, metaforlarınız, tasvirleriniz ve bakış açınızla anlatma zamanı gelir. Bir masal geliştirmek için, onu birçok insana anlatmak lazım. Anlatıcı her fırsatta anlatır, uzun bir araba yolculuğu, ormanda bir yürüyüş, bir demlik çay etrafında toplanan birkaç arkadaş...
Biyografinizde Paris’te günlerin ateş başında masallar anlatılarak sona erdiği bir komünde büyüdüğünüz yazıyor. Bu cümle bile çok masalsı! O günlerden neleri özlüyorsunuz?
Çocukluğumu özetleyen kelime “beraberlik” olur. Uzun yemek sofralarında olduğu gibi eller meşgul olunca bazen nefis bir sessizlik olur. Büyüdüğüm ortamda herkes üretirdi; dokuma, sepet örme, resim... Üretmek şifa gibi gelir, sanat üretmekse kalbi sakinleştirir, insanı dengeler. Bugün hayatımda en sevdiğim şey insanları nitelikli ortamlarda bir araya getirmek...
Başucumuzda hangi kitaplar olmalı?
NTV Radyo’daki programım ‘Masal Bu Ya’ya Kemal Sayar’ı konuk ettiğimde az vakti olan anne ve babaların hangi masalları anlatması gerektiğini sormuştum. O da önce ailenin hikâyeleriyle başlamak gerektiğini söylemişti. Bir çocuğa anlatılacak ilk kitap, o ailenin fotoğraf albümü olur, çünkü ancak kendinden önce gelenlerin hikâyelerini bilince kendi kimliğini inşa edebilir. Sonra yaşadığı toprağın masallarını anlatın demişti. O nedenle hep Anadolu masallarını tavsiye ederim.