Güncelleme Tarihi:
Bugün Mehmet Açar daha çok sinema eleştirmeni kimliğiyle tanınıyor. Ancak ilk kitabı yaklaşık yirmi yıl önce yayımlanmış dördüncü romanı yeni raflara çıkmış bir yazardan söz ediyoruz... Bu bilinçli bir ‘geride durmak’ mı?
İlk başlarda romancılığımın sinema yazarlığının gölgesinde olması rahatsız etmişti beni. Sinema yazarı romancı olarak anılmak da öyle... Şimdi hiç umursamıyorum. Romanlarımı takip eden okurlarım bana yetiyor. Evet çok üretken değilim ve bunun birçok nedeni var. Vakit meselesi mesela... Bütün gün çalışıp akşam eve geldikten sonra yazmak kolay değil. Motivasyonun çok ama çok yüksek olması gerekiyor. Fikir konusunda sorunum yok. Şu an bile en az 3-4 tane roman fikri dolaşıyor kafamda. Ama o fikirlerden birine kapılıp gitmeliyim. Hem de durdurulamaz bir şekilde. Şu an öyle bir roman fikri yok mesela. Ne zaman olacağını da bilmiyorum.
‘Kayıp Hasta’, daha önceki romanlarınızdan hatırladığımız ‘distopik’ bir yapıya sahip, ‘Siyah Hatıralar Denizi’ndeki gibi. Biraz da ‘Hayatın Anlamı’ndaki gibi ‘psychedelic’ motifler de var.
Ben aslında distopya gibi etiketlerden biraz çekinirim. Ama bu etiketler okurla kitabı buluşturmak için ideal yöntemlerden biri. ‘Kayıp Hasta’yı distopya niyetiyle yazmaya başlamadım. Ama romanı ilk okuyanlar distopya dediler -ki haksız sayılmazlar. Dünyaya o hastanenin içinden bakıldığında gerçekten de distopik bir durum söz konusu... Romanda ‘psychedelic’ motifler, bölümler bulmanız mümkün. Özellikle son bölümlere doğru gerçeklik zeminini sürekli kaybediyoruz. Rüyalar, gündüz düşleri, rüyaların içine saklanmış hatıralar ve gerçeklik iç içe geçiyor. Sadece son bölümleri değil bütün romanı ateşli gecelerde gördüğüm döngüsel kâbuslardan esinlenerek yazdığımı söyleyebilirim. ‘Siyah Hatıralar Denizi’nde gerçeklik zeminini rüyalar ve düşlerden ayrıştırmanız mümkündür. ‘Hayatın Anlamı’nın final bölümüyle birlikte bu ayrışmanın imkansız olduğu anlaşılır. ‘Kayıp Hasta’nın farkı, gerçekle rüyayı ayrıştırmak için okura çeşitli seçenekler sunması... Ayrıca bence ayrıştırmaya da gerek yok.
Tamamen olmasa da ‘karanlık’ bir atmosferi var kitaplarınızın. ‘Kayıp Hasta’ da bunun en güncel örneği. Biraz bilim kurgulara selam eden...
‘Kayıp Hasta’ en karanlık romanım... Ama başlangıçtaki gizemli olaylar ve tüm sorular aşağı yukarı cevaplanıyor. Ve evet bir bilimkurgu... Ama Amerikan bilimkurgusunun her iki kanadından da, yani hem Asimov hem de Le Guin ve Philip K. Dick tarzlarından uzak... Stanislaw Lem tarzına daha yakın galiba. Emin değilim... Romanı yazmaya başladıktan sonra Kafka, bilimkurgu ve nörolojinin buluşması diye düşünüyordum. Aslına bakarsanız, bugüne çok uzak olmayan bir gelecekteyiz. Olaylar 5G çağında, nesnelerin interneti denilen dönemde geçiyor... Yapay zekâ ve ileri tıp teknolojisi dışında bilimkurgu motifi pek yok.
Biraz daha romanın derinine bakacak olursak, ilk bölüm bittiğinde görüyoruz ki her şey kahramanımız Ali Z’nin Meri ve Leyla uğruna hastaneye, sisteme, düzene razı olmasıyla başlıyor sonrası tamamen karanlık.
Ali Z. için Meri, Leyla ve Doktor Defne kuşkusuz önemli. Üçüne de bir şekilde bağlı. Hastanede sürekli onları görmek, onlarla bir arada olmak istiyor. Ama onlar için hastaneye, düzene razı olması biraz karmaşık bir konu... Ali Z.’nin fiziksel olarak hastaneden çıkamadığını unutmayalım. Orada onu tutan hastane bürokrasisi, devlet... Bürokrasiye boyun eğerken, onun ardındaki gücün ağırlığını ve şiddetini hissediyor. İşte tam da bu noktada cinsel içgüdü, güçlü biçimde açığa çıkıyor. Hastaneyi birkaç yerde mağara ve sığınağa benzettiğini unutmayalım. Sonuçta cinsel arzu, hastanenin yarattığı klostrofobi ve baskıya karşı bedenin özgürlüğü haline geliyor... Hastane yönetimi cinselliğe karşı kısıtlayıcı değil ama bir şekilde kontrol altında tutmak istiyor. İnsanların cinsel hayatını kobay gibi sürekli gözlemliyor. Kameralar sevişmeyi kaydediyor... Ali Z. için hem kendi bilinçdışına hem de hafızasının karanlık noktalarına doğru bir iniş sözkonusu. Bu arada her kat bizi hastanede yapılan korkunç deneylere de yaklaştırıyor. Derin devlet yapılanması da sonuçta bir yeraltı örgütlenmesi ve aşağı doğru indikçe iktidarın görünmez ve karanlık yüzüyle karşılaşıyoruz.
Hafıza/geçmiş/bilinç ve bu kavramlarla alakalı olayların odakta olduğu bir roman ‘Kayıp Hasta’. Diğer taraftan baktığımızda milletçe en sorunlu olduğumuz kavramlar bunlar... Rüya kavramı ise romanın en kuvvetli ögesi.
Evet Hafızayla ilgili var bir sorunumuz ama ‘Kayıp Hasta’da açıktan açığa o konuya girmiyorum. Benim amacım okuru her anlamda hafıza üzerine düşündürmek. Romanın en korku verici yanı, hafıza üzerine yapılan deneyler ve sonuçları... Bizi biz yapan her şey hafızamızda kayıtlı. Geçmişi anlamadan bugünü yaşamak ve iyi bir gelecek kurmak mümkün değil. Bu hem bireyler hem de toplumlar için geçerli. Rüya meselesine gelince. Tam bilmiyorum ama çok sevdiğim kesin. Bir önceki romanımda bu konu hiç yoktur aslında. Aslında daha önce hiçbir romanımda rüyalar konusuna bu kadar damardan girmemiştim... Burada hafızamızın neden gece boyunca gördüğümüz tüm rüyaları hatırlayacak şekilde gelişmediği üzerine de düşünüyorum. Bunun olası nedenlerinden biri, akıl sağlığımız olabilir. Tüm rüyaları hatırlayarak uyanmak hiç de kolay bir şey değil. İnsan o zaman çok yorgun kalkar yataktan. Uykunun bir anlamı kalmaz. Ama buna karşın, hatırlayabildiğimiz o birkaç rüya çok önemli. Onları hafızamıza kaydetmek için elimizden geleni yapabiliriz. Zaten bazen sadece birkaç saniyedir aklımızda kalan. Ama akılda kalan tüm o imge kırıntıları bence çok önemli. Çünkü rüyalar sadece bilinçdışımızla değil, hafızamızla da iletişime geçtiğimiz bir yer. Orada tüm saflığımız ve gerçekliğimizle biz varız.
Â
Â
KAYIP HASTA Â Â Â Â Â Â Â Â Â Â
Mehmet Açar
DoÄŸan Kitap
328 sayfa, 28 TL.