Güncelleme Tarihi:
Bir sabah uyandığımızda gökyüzü, denizler ve göller mavisini, ormanlar ve çimenler yeşilini, güneş, çiçekler ve kumsallar sarısını, hayvanlar desenlerindeki siyahı, uçsuz bucaksız buzullar beyazını kaybetmiş olsa ne yapardık? Dünyanın gidişatına çok üzülen renk perilerinin yaptığı tam olarak bu. Madem farklılıklara saygıyı kaybettiniz, savaşlara ve haksızlıklara karşı bu kadar duyarsızsınız “O zaman ne anlamı var renklerin” diyerek her kıtadan topladıkları renkleri birer kutuya koyup kutuları da kıtaların en kuytu köşelerine saklıyorlar. Kırmızı, sarı, mavi, beyaz, siyah ve yeşil ne varsa rengini kaybediyor, dünya tatsız tuzsuz, soluk bir hal alıyor.
Neşe Oğuzsoy sevgi, eşitlik ve özgürlüğü İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi çerçevesinde anlatırken farklılıklara saygıyı ön plana çıkarıyor. Daha ilk satırlardan okurları içine çeken hikâye dünyada kalan az sayıdaki bilgenin renkleri bulmak için çıktıkları yolculukları anlatan altı masala ayrılıyor.
Bilgeler perileri kolayca bulsalar da onlardan renkleri geri almak sandıkları kadar kolay olmuyor. İşin içine düşünce ve inanç özgürlüklerinin, doğaya saygının, çocuk haklarının, sığınmacılığın ve hayvan haklarının girdiği bir dizi görevi yerine getirmeleri gerekiyor. Ama işin asıl zor kısmı gittikçe sevgisizleşen insanlığı ikna edebilmek. Örneğin Bizler Köyü halkının, dış görünüşlerindeki farklılık sebebiyle köleleştirdikleri Ötekiler Köyü halkıyla işbirliği yapması, dahası onlara özgürlüklerini vermeyi kabul etmeleri gerekiyor. Tüm çocukların tarlalarda çalıştığı şehrin eğitim, sanat ve bilimi hayata geçirmesi, bir başka şehir halkınınsa yerlilerin kutsal kabul ettikleri nehri kirleterek ne büyük haksızlık ettiklerini anlamaları gerekiyor.
Bilgeler ellerinden geleni yapıyor, gerisi insanlığa kalmış; ya tüm renklerle barışıp daha adil, eşit ve özgür bir yaşamı ya da renksiz bir dünyayı seçecekler.
Banyoda cesur yürekli bir dalgıç!
Sahnede muhteşem dalgıç Raul ve ekipmanının yer aldığı inanılmaz bir banyo, pardon pardon, okyanus macerasıyla Roma İmparatorluğu döneminden kalma batık bir kadırganın peşine düşüyoruz. Büyük, tehlikeli bir görev sanmayın, Raul için bu ne ki? Zira giysilerini giydiği gibi hiç düşünmeden okyanusun derinliklerine dalıveriyor. Yılanbalığı gibi etrafını saran yosunlarla, dev balıkçı ağlarıyla, keskin dişli köpekbalıklarıyla, onu leziz mi leziz bir deniz kabuklusu sanan korkunç ahtapotlarla savaşıyor; bizim Raul tam bir cesur yürek! Bunların hepsi Raul için sıradan şeyler ama kadırgaya ulaştığında öyle bir sürprizle karşılaşıyor ki bu kadarını asla tahmin edemezdi.
Gerard Moncomble başrollerde muzip mi muzip Raul, anne ayakkabıları, baba terlikleri, parfüm ve su şişeleri, duş perdesi ve plastik ördeklerin yer aldığı oyunuyla hayal gücünü göklere çıkarıyor. Frederic Pillot’nun eğlenceyi köpürten rengârenk çizimleriyle.