Güncelleme Tarihi:
Çok uzak olmayan bir geçmişte Türkiye’deki muhalefet partilerinin ortak adayı olarak öne sürülen ve “Herkesin cumhurbaşkanı olacağım” mottosuyla hareket eden bir siyasetçi, geçtiğimiz günlerde eski partisinin transların beden uyum sürecinin kolaylaştırılması yönündeki önerisini eleştirmek için ülkenin mali durumunu öne sürdü ve şu minvalde bir açıklama yaptı: “Bu dönemde eşcinsellerin ameliyat parası mı önemli şimdi?” Her kesimin oyuna talip olduğunu ifade eden siyasetçinin eşcinsellerin hangi ameliyatlarından bahsettiği tam anlaşılamamakla birlikte, iyimser bir bakış açısıyla eşcinsel transların beden uyum sürecinde geçirdiği operasyonlarla ilgili konuştuğunu düşünebiliriz. Tabii bu noktada heteroseksüel transların operasyonlarını onaylayıp onaylamadığı da soru işareti olarak kalabilir aklımızda. Bu iyimser bakış açısı elbette politika yapıcıların cinsiyet politikalarına dair araştırmaları, kitapları, güncel gelişmeleri takip ettiği, dezavantajlı gruplarla bir araya gelip ‘öteki’yi sahiden anlamaya çalıştığı coğrafyalarda daha büyük bir geçerlilik kazanacaktır. Eğer buna niyetli bir politikacı varsa, en hızlı yoldan Judith Butler’ın ‘Çöz(ül)en Cinsiyet’ kitabını öneriyorum.
En çok ‘Cinsiyet Belası’ kitabıyla tanınan Amerikalı feminist ve queer kuramcı Butler’ın 11 makalesini bir arada toplandığı ‘Çöz(ül)en Cinsiyet’ ilk baskısını 2004 yılında yaptı. Türkçe baskısı ise Monokl Yayınları tarafından, Barış Engin Aksoy çevirisi ile kısa süre önce yapıldı. Birbirinden bağımsız gibi görünse de belli noktalardan ilintilendirebileceğimiz makaleler; transgender/interseks politikaları, beden uyum operasyonları, toplumsal cinsiyet kavramı, sosyal normlar, ötekilik, adalet, arzu ve tanınma, LGBTİ+/feminist hareketler, felsefe üzerine düşünceler ve soru/sorunları içeriyor. Butler makalelerini geniş bir perspektifle sunup okuyucunun zihnini çalıştırırken, net ifadelerden çoğunlukla kaçınmış. Üstüne tartışmalar yürütülen soruları, çeşitli tarafların fikirleriyle tartışıp, her okuyucunun kendi düşüncesini oluşturmasını ve mevcut fikirlerle karşılaştırılmasını kolaylaştırmış. Fakat neredeyse her noktada yazarın durduğu yeri anlamak okuyucular için pek de güç değil.
Butler, beden uyum süreci operasyonları için sağlık hizmeti sunucularının koyduğu/seçtiği tanının, bir yandan durumu patolojikleştirip çeşitli stigmatizasyonlara alan açarak kişilerin hayatını zorlaştırması ve bir yandan sosyal sigortaların ödemesi için maddi olarak zorlanan kişilere birtakım kolaylıklar sağlaması paradoksuna dikkat çekiyor. Yazının başında verdiğim siyasetçi örneğinde olduğu gibi ise ne yazık ki hem toplumsal sitgmatizasyonu tetiklemek hem de hava, su kadar hayati olarak değerlendirilebilecek sağlık hizmetleri açısından sosyal devlet anlayışından uzaklaşmak mümkün. Sağlık profesyonelleri tarafından en geçerli tanı kaynaklarından biri olarak kabul edilen DSM-4’te cinsel kimlik bozukluğu tanısının DSM-5’te cinsiyet disforisine dönüşmesi global sağlık sisteminin perspektifindeki değişimi ifade ediyor.
‘BEDENİN HER ZAMAN KAMUSAL BİR BOYUTU VARDIR’
Norm nedir, kimler tarafından oluşturulur, nasıl değiştirebiliriz ve normlar bir kısıtlayıcı unsur mudur sorularına yanıt arayan Butler, norm dışı olmanın da aslında mevcut normlarla ilişkilenmeyi beraberinde getirdiğini, yeni normlar oluşturmanın yollarının birinin de bu olduğunu söylüyor. Hegel’in arzu ve tanınma ilişkisinden yola çıkarak, tanınma arzusunu ve tanınma deneyimini yaşamla bağdaştırıyor ve toplumda var olabilmenin yoluna ışık tutuyor. Peki hayat nedir? Biyolojik bir yaşam biçiminden mi bahsediliyor, yaşanılabilecek asgari koşulların karşılanabildiği bir süreçten mi? Eğer ikincisiyse yaşayabilmek ve dolayısıyla toplumda var olabilmek için temel gereksinimler nedir? Butler’ın tanımıyla sınırlılıkların oluşturduğu sahnede bir doğaçlama pratiği olan toplumsal cinsiyetin ikili normuna uyum sağlanamadığında, o hayat yaşanılır ve sürdürülebilir bir noktaya nasıl evrilir? Bazı siyasetçiler tarafından fuzuli ve elektif olarak görülen haklar, kişilerin yaşamını devam ettirmesi için gereken esas şey ise bu hakların verilmemesi/kolaylaştırılmaması kişileri bile bile yaşamsızlığa ve hayatsızlığa itmek, dolayısıyla bir nevi cinayet değil midir?
Butler belli konularda anlatımını gerçek hayattan örneklerle güçlendirerek, diğer kitaplarına göre nispeten daha az ağdalı ve akademik dille anlattığı fikirleri okuyucunun belleğinde somutlaştırmasına yardımcı oluyor. San Fransisco’da yaşayan meme kanseri olan butch lezbiyen birinin kitle olan memesinin mastektomisini sigorta şirketinin karşıladığından, fakat profilaktik olarak tıbben uygun olan diğer meme mastektomisinin beden uyum operasyonları için örnek teşkil edeceği için sigortanın karşılamadığından bahsediyor. Daha çok bilinen bir örnekte ise David Raimer’dan bahsediyor. Raimer’ın bebekken geçirdiği fimozis operasyonunda doktor hatası yüzünden penisi yandığı için operasyonu yapan hekimin önerisi üzerine kız olarak yetiştirildiği, fakat ardından erken bir süreçte tüm bunları reddedip, -kendi deyimiyle “arı kovanına çomak sokup”- istediği cinsiyette bir hayat sürmeye karar verdiği anlatılıyor. Kendi beyanıyla ne interseks ne trans olan David, toplumun atadığı bir takım özneliklerle pek de kolay bir hayat sürmemiş. Kitabın basıldığı 2004 yılında intihar ederek hayatına son vermiş. Bedenin her zaman kamusal bir boyutu olduğunu söyleyen Butler, bir bakış açısıyla doğumun biri(leri)ne mecburi muhtaçlık süreci olduğundan bahsediyor.
‘İNSAN NE HİSSEDİYORSA, O ONUN KİMLİĞİDİR’
Kitapta alegorize edilen birçok politikanın ve fikrin karşılığını Türkiye’de de bulmak mümkün. 1995 yılında Vatikan tarafından homoseksüelliğin kod adı olduğu düşünüldüğü için BM Sivil Toplum Örgütleri platformundan ‘toplumsal cinsiyet’in çıkarılması gerektiği ifade edilmiş. 25 yıl sonra da olsa, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanların argümanının sözleşmenin ‘toplumsal cinsiyet’ konusunda hassasiyet göstermesi olması ya da muhtelif belediye meclislerinde kurulması önerilen toplumsal cinsiyet eşitlik birimlerinin kati surette reddedilmesinin alt metnini anlamak güç olmasa gerek. Butler kitapta kuir ve trans hareketle feminizmi ayırmaya çalışan belli gruplarla Vatikan’ın ortak olarak paylaştığı önkabullere de değinerek, Türkiye’de ve dünyada ne yazık ki halâ güncelliklerini koruyan TERF’lere de (trans dışlayıcı radikal feminizm) gönderme yapıyor.
Her doğaçlama pratiğiyle oluşturulan yeni toplumsal cinsiyet normuyla sonsuza ulaşıp yaşamaya ve var olmaya çalışanların hayatlarından çeşitli örneklerle teorik fikirlerin masaya yatırıldığı makalelerden sonra, dinlese muhtemelen Butler’ın da hak vereceği, Uluslararası Af Örgütü’nün 2012 yılındaki videolarında cinsiyet kimliğini nasıl tanımlarsın sorusuna Selay’ın verdiği yanıtı hatırladım: “Kadınım. Kadınlık vajinayla; erkeklik penisle, kıllarla, burunla, saçla, gakkoş ayakkabılarla olmuyor. Beyinle, akılla alakalı bir şey. İnsan ne hissediyorsa, kendini nasıl tanımlıyorsa, o onun kimliğidir. Bitmiştir.”
ÇÖZ(ÜL)EN CİNSİYET
Judith Butler
Çeviren: Barış
Engin Aksoy
Monokl Kitap, 2020
304 sayfa, 49 TL.