Güncelleme Tarihi:
Uzun yıllar Ankara’da Tanbay ve Urart galerilerinin yöneticiliğini yaptınız ama kendi galerinizi İstanbul’da açtınız. Apel’in temelleri nasıl atıldı?
Urart’ın 94’te kapanmasıyla eşimle (merhum Prof. Tosun Terzioğlu) birlikte memlekete, yani İstanbul’a kesin dönüş kararı aldık. Urart’ta hem kişisel sergiler yapıyordum -Selma Gürbüz’ün ilk sergisini biz yapmıştık mesela- hem de bu konulu sergilere başlamıştım ama hayalimdeki galeriyi gerçekleştirmeyi İstanbul’a sakladım. Ankara’da hiç aklıma gelmedi kendime bir galeri kurmak. Apel’in mekanını 94’te satın aldık ve mimar arkadaşımız Nevzat Sayın’la birlikte açacağımız sergileri de düşünerek yavaş yavaş mekanı kurguladık. 1998’de açıldı burası.
Apel, Tophane’de açılan ilk galeri. 20 yıl önceyi nasıl hatırlıyorsunuz?
Buraları tamamen terkedilmiş harabelerle doluydu. Kovboy filmlerindeki terkedilmiş kasabalar gibi!.. İşgalle oturanlar vardı çok az, galeri falan hiç yoktu. Apel açıldığı zaman gelenimiz gidenimiz de çok ilginçti. Mesela jübilesini yapan eski Türk film yıldızları uğrarlardı, ‘Tarzan Çetin’ gibi... Pek fazla kimse de gelmezdi. Daha çok çocuklar geliyordu mahalleden, boş zamanlarında resimler çiziyorlardı, eserlere bakıp güzel güzel hayaller kuruyorlardı.
Binanın hikayesi de ilginç. Apel’in adı Apelyan apartmanından geliyor. Ve yıllar sonra Apelyan Efendi’nin California’da yaşayan ailesinden biri size ulaşıyor...
Evet, galeriye gelen izleyicilerden birçok defa apartmanın geçmişiyle ilgili ilginç anılar, rivayetler dinledik. Başlangıçta mekân çok problemliydi. 9 sene su akmamış bir mekan. Birkaç işgalci oturuyordu. 1884 depremini yaşamış bir bina, ondan önce olmalı yapılış tarihi. Belediyeye gittiğimizde elde ettiğimiz haritalarda ‘Apelian Apartmans’ diye geçiyor. Geçtiğimiz yıllarda tarihçi olan kızım bana dedi ki, “Kapıya kocaman Apelyan Apartmanı diye yazıp tabela koymuşsunuz ama eski Türkçe Santa Maria Apartmanı yazıyor.” (Gülüyor) Ama galerinin adını Apel koymasaydık, belki de Hasmik Seropyan’dan hiç haberimiz olmayacaktı. Bizi internette ‘Apelyan’ diye arama yaparken tesadüfen buldu, e-posta gönderdi. Hasmik hanımla buluşup hikâyenin eksik parçalarını birleştirecektik ama olmadı, ömrü vefa etmedi. 2013 yılında hayata veda etti. Hasmik hanım, Apelyan Efendi’nin kız kardeşinin torunuymuş. Apelyan Efendi, Hasmik hanımın annesini ve dayısını evlat olarak büyütmüş ve hiç evlenmemiş. Apartman da 1980’e kadar annesi ve dayısınınmış. “Bizim ailenin hikâyesi roman gibi... Galeriye Apel ismini vermeniz beni çok ama çok sevindirdi” diye yazmıştı.
Apel’in sezon boyu devam edecek 20’nci yıl sergisi ‘Nostospektif’ adını taşıyor. ‘Nostospektif’ ne demek?
Galeride sık sık düzenlediğim konulu sergilerin arkasında mutlaka bir neden vardır. Genellikle günlük hayatımız yansır bu sergilere. Apel’in 20’nci yıla yaklaştığını bana evvelsi yıl hatırlatan Osman Kavala olmuştu. 2008 yılında kurucusu olduğu Anadolu Kültür, Apel’in 10. yıl sergisini Depo’da ağırlamıştı. 20 yıl az buz bir zaman değil. Sanatçılar arasında o yıllarda doğan bile var. ‘Nostospektif’ hatırlamak ve hatırlatmak üzerine kurgulanan bir sergi. 20 yıl içinde Apel kapsamında kişisel ya da konulu sergilerde yer almış eserlerden bazılarını tekrardan sergilemeyi ve bunları yaratan sanatçılardan yeni işler sunmalarını arzu ettik. Tüm sezona yayılan bu sergi tıpkı hatırlama eyleminde olduğu gibi hareketlilik içerecek. Bu süreç sırasında, eserler yerlerini başka eserlere bırakacak ve sergi yer yer değişerek ilerleyecek. Kronolojik bir yaklaşım yerine izleyeceğimiz yolda nostaljik bir dalgalanmanın kaçınılmaz olabileceğini düşünerek, etkinliğe ad olarak türetilmiş bir kelimeyi uygun gördük. ‘Nostos’, Yunancada ‘eve dönüş’ anlamında da kullanılmaktaymış.
Apel sanatçılarını nasıl seçiyorsunuz?
Benim eskiden beri, başka galerilerde de çalışırken çok hoşuma giden iki şey vardı. Birincisi sanatçıları gençken bu alana alabilmek. Çünkü ben sanat okudum ama sanatçı olmayı hiçbir zaman seçmedim. Sanat okuduğum halde onlara da, yaptıklarına da iyi değer verebileceğime her zaman inandım. Küçük yaştan başlarsam onların eserlerini sergilemekten büyük bir haz duyuyordum. Bu birinci şey. Kimse yaşında kalmıyor; büyüyorlar. Kimi meşhur oluyor. Onlar ayrı ama her zaman bir zevk aldım. Geçen sene bir rekor kırdım; 16 yaşında bir sanatçının eserini koydum sergiye. İkincisi ise konulu sergiler yapmak... Mesela geçen sene ‘İyi Bir Komşu’ konulu İstanbul Bienali bizim için hiç uzak bir konu değildi. ‘Komşu’ sergisinin birincisini 2004’te yaptık. Sonra Osman Kavala o sergiyi görüp Diyarbakır’a davet etti. Orada açıp yeniledik sergimizi. Bu da benim çok hoşuma gidiyor çünkü zaten ben konuları günlük hayattan seçiyorum. Kavramlar üzerine sergi yapmıyorum. Herkesin anlayabileceği, çok çeşitli malzemelerin kullanılabileceği sergi örnekleri yapmaya çalışıyorum.
20 yıl içinde Tophane’de birçok galeri açılıp kapandı ama Apel inatla devam ediyor... Terör olayları, Beyoğlu’nu epey olumsuz etkiledi. Şimdi yeniden canlanıyor mu?
Henüz tam olarak canlanmaya başlamadı ama muhakkak başlayacak. 73 yaşındayım ve küçüklüğümden bu yana Beyoğlu her zaman çok çeşitli evrelerden geçti. Ama kökünde tarih ve kültür yatıyor. Ben sabrediyorum. Ama sürdürebilecek miyim o ayrı konu. Olsun, çok umutluyum. Ben burayı kolay kolay bırakmayacağım, sürdürebildiğim kadar sürdüreceğim...
‘Niye bu işe girdim?’ diye umutsuzluğa kapıldığınız oluyor mu?
Bende pek olmaz. Biraz yoruluyorum, erken kaçıyorum. Niye girdim demiyorum çünkü sanatçılar pek üzmez. Sanatçılarla olduğun zaman ‘Neden buradayım?’ demezsiniz, ‘İyi ki buradayım’ dersiniz.