Güncelleme Tarihi:
İBB’nin son yıllarda kültür- sanat alanında yoğun çalışmalarının en önemli projelerinden biri olan Artİstanbul Feshane’nin açılış sergisi “Ortadan Başlamak”ın bir parçası da Haliç Sanat Fener Evleri 2 ve 3’teki sergiler. Haliç havzasına yayılan bu projeye dahil olmanız ve “Gece Gezenler” nasıl oluştu?
“Gece Gezenler” için önce küratör Ezgi Bakçay ile görüştük. Artİstanbul Feshane “Ortadan Başlamak” projesine dahil olan ancak ayrı meskenler halindeki “Fener Evleri”nden bahsetti. Buradaki evlerden birinde benim işlerimi sergileme teklifi oluşunca hem bu projeye dahil olan hem de ayrı olarak kişisel bir alana yerleştirme fikri çok hoşuma gitti. Neler olabileceği ile ilgili aşağı yukarı bir şeyler konuştuktan sonra birkaç gün sonra Fener Evleri 2’ye gidip mekânı gördüm. 18. yüzyıl sonlarında ve 19. Yüzyılın hemen başlarında yapılmış, Taş Oda olarak da bilinen Fener Evlerinden 2.si olan bu mekana girdiğimde hissettim ki burası zaten tek başına da konuşan bir yer. İçeriyi gezdikçe ve içinde kaldıkça daha da etkili buldum. Atölyeden birkaç resim getirip buraya asmak mekâna haksızlık olacaktı. Dolayısıyla aslında bir oyun oynar gibi bu sürece hazırlanmak fikriyle sergiyi burada oluşturmayı teklif ettim. Bu fikir hoş bulundu. Aklımın devreye girip, ne yapabilirim diye düşünme kaygısına girmemeye çalışarak, bir çocuğun oyun oynama hissinde kalmak istedim. Bu fikrin üstüne bir sosyal medya kanalı üzerinden, insanların kullanmadığı kumaş ve farklı materyalleri toplamak üzerine bir açık çağrı yaptım. Bu çağrıya çoğunlukla kadınlar dönüş verdi ve mekânda 4-5 gün içinde birbirinden farklı malzemeler toplandı. Ben de ayrıca atölyeden uzun zamandır elimde tuttuğum ama neye dönüşeceğini bilmediğim bazı malzemeleri aynı heyecanla mekâna götürdüm. Satın aldığım tek şey farklı renklerde ama en çok da kırmızı tül kumaşlar oldu. Bunları da aslında en başta nerede kullanacağımı bilmiyordum. Ama bir yandan her şeyin kendini oluşturacağından emindim ki bu tüller daha sonra “Kırmızı Elma Gölgeleri”ne dönüştüler. Böylece bir süreç başladı. Yaklaşık bir hafta boyunca her gün alana giderek aslında serginin kendi kendini oluşturuşunu izledim. Tabi mekânın restorasyon sonucu hassas oluşu sebebiyle de aslında istediğim şeyi istediğim yere asamamak gibi bir kısıtlama vardı. Bu durum da serginin kendisini oluşturmasına elverişli bir düzen oldu. Tomris Uyar’ın “Gece Gezen Kızlar” adlı öyküsünden aldığım ilhamla da serginin adı belirdi.
“Gece Gezenler”Haliç Sanat’ın en çok ziyaret edilen sergilerinden biri oldu ve sergi yoğun ilgiden dolayı yıl sonuna kadar uzatıldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet. Haziran ayında açtığımız sergi temmuz sonunda kapatılması öngörülürken, Aralık ayının sonuna kadar yeni bir uzatma aldı. Muhtemelen bu da son ayı olacak. Tabii sergiye olan ilgi ve uzatılmış olması beni çok memnun etti. Belki, daha önce de belirttiğim gibi, bunu salt bir resim sergisi gibi değil de mekânın enerjisiyle bütünleşen ve içeri girildiğinde başka bir atmosfere kapı aralayan bir yerleştirme olarak kurmuş olmamın etkisi olabilir. Bir yandan da çocuk oyunu hissiyle kurduğum bu alan ziyaretçiler için de kendi oyun dünyalarını yakalamalarına yardımcı olmuştur. Öte yandan sergiden korkup kaçanlar, farklı tepkiler verip aslında hemen girdiği gibi gidenler olduğunu da mekandaki görevli arkadaşlardan duydum.
Eserlerinizde yoğun bir sembolizm var. Özellikle üzerinde durduğunuz ve hatta yıllardır tekrar eden bir imge veya temanın varlığından söz edebilir miyiz?
Çalışmalarımda ateş; geçmişi ve ruhani yangını dönüştürmek, su; duyguların dalgası ve yeniye yer açmak olarak beliriyor. Bunlar “Gece Gezenler”de de görülüyor. Sergi hazırlık sürecinde ise ilk defa beliren iki sembol oldu, yılan ve elma. Sanatı bir araç olarak, kendimi tanıma yolunda kullanmak haliyle, üretimlerim kendi yaşam yolculuğum ve geçmiş deneyimlerimin birer yansıması olarak ortaya çıkıyor. Dolayısıyla kullandığım semboller dönem dönem benimle birlikte değişiyorlar. Üzerinde durduğum imajlar o süreç içinde kendi dünyamda yeniden anlamlandırmaya çalıştığım ya da altına bakmak istediğim şeylerden oluşuyor. Böylece yılan ve elma imgeleriyle birlikte bu süreçte kendi varoluşumla ilgili soruların birer yansıması olarak çıkan bir sembolizm belirmiş oldu. Ben aslında sergide neyle uğraştığımı, sergi hazırlığı bittikten bir süre sonra anlayabildim. Bu durum da aslında benim bilinç dışımdan akan ve görünmesine aracılık ettiğim garip bir güç gibi geliyor bana.
Ben uzun yıllar boyunca yılan fobisi olan biriydim. Yılan imgesini bir basılı yayında ya da ekranda gördüğüm zaman bile korkup kapatırken, bu süreçte, kendimi yılanı oluştururken buldum. Elimdeki farklı materyalleri birleştirerek onu elimde tutup çevirdiğim, oynadığım üç boyutlu yılan imgeleri yarattım. Üstüne düşününce aslında altı yaş öncesinde ailece gittiğimiz bir piknikte bir yılanı korkmadan hatta merakla izlediğimi hatırladım, peki sonradan oluşan bu korku nerede başlamıştı? Muhtemelen katman katman cevapları olan bir soruyla bu imgenin etkisini düşünürken, konu bende “Âdem ve Havva” ya kadar gitti. Buradaki yılan anlam dünyamda nereye çarpmıştı da beni bunca sene üstüne düşünmekten bile alıkoymuştu? Yılan neyi fısıldıyordu? Bunca zaman korkusunu yaşadığım yılan aslında bilgece ve iyicil şeyler söylemiş olabilir miydi? Oradaki elmanın yenmesi gerçekten kötü şeylere mi yol açmıştı? Bu sorularla sonradan adını “Âdem Odası” olarak isimlendireceğim odanın yerleştirmesine başladım. Buraya yerleştirdiğim yılan figürünü rengarenk, parlak kumaşlarla kapladım. “Kötücül Ruhları Kovmak” yerleştirmesinde de aynı yılan gelinlik duvağının üstünde, bir sahnede belirdi. Aynı odada pullu kumaşlarla kapladığım elmayı ise içinden kurt çıkan bir şeye çevirdim. Ki bu elma atfı da aynı şekilde farklı masallardaki elma sembollerini, hatta Apple‘ın logosu olan yenmiş elmayı bile düşündürdü. Anatomik yapıda “âdem elması” denen, kemik çıkıntısı ile de bir bağ kurarak aslında belki yasaklanan ama arzulan bir elmanın kursakta kalışı gibi beliren elma imajları, benim için modern dünya insanının birey olma yolunda karşılaştığı psikolojik süreci resimlemeye başlayarak denge ve dönüşüm&değişim konularıyla yakınlaştı. Dolaylı olarak, kendi aydınlanma sürecimde aslında cinsiyet rolleriyle ilgili de birçok şeyi idrak ettiğim ve üzerimdeki yükün, hepimizin omuzlarına yüklendiği gibi bir idrake varmış oldum.
Sembolik anlatımların bir yanı da iç dünyayı dışa açmanın tercih edilmiş olmasıdır. Özellikle de kamuya açık bir mekanda böylesi bir paylaşım ne hissettiriyor?
Bu çok güzel bir soru! Kamuya açık bir mekânda iç dünyamı dışa yansıtmak, paylaşmak şansının bana verilmesi oldukça heveslendirici, motive edici bir durum ve süreçti. Sürecin sonunda geldiğim noktadaysa artık yolculuğumda “ben” olarak görünür olmaktan korkmamak haliyle varoluş mücadelem için önemli bir yere geldiğimi hissediyorum. Bu çağın bu zamanında “Bende varım!” demenin ve üretimlerimle kurduğum iletişimin güzel bir sonucu oldu bu. Benim anladığım şeyin sadece benim anladığım şey olmadığını, hepimizin aynı süreçten geçtiğini, aynı şeyin parçası olduğunu, benin bize yakın ve hepimizin tek olduğu fikriyle; korkularımızın, bastırılmış ve kapatılmışlıklarımızın, taşıdıklarımızın birçok yerinde ortak şeyler olduğunu düşünüyorum. Bilincin bir evriminden söz etmek gerekirse, beraberce aktığımız bu zaman da ortak oluyor. Sadece bana verilenlerle devam etmek zorunda olmadığımı anlamış olduğum bu süreci hep beraber yaşadığımızı hissediyorum. Aynı dalgadan hep beraber geçiyoruz. Korkular, inançlar ve bunların getirdiği toplumsal kurallar, bu kuralların kapsadığı cinsiyet rolleri aslında herkesin biricikliğine karşı tehdit oluşturan bir tutum gibi görülüyor. Bu tutumun çok güçlü bir kapatma/budama olduğunu ve bireyi özgürleştirecek olan kendini tanıma yoluna konmuş bir taş gibi, neredeyse korkuyla karışmış büyük bir sansür olduğunu düşünüyorum. Atanmış cinsiyet rollerinin yarattığı baskı ve bu baskıyla yapılmış seçimlerin, öz’ün seçiminden uzak ve sevgiyi kısıtlayıcı bir tutum olabileceğini düşünüyorum.
Öz’ümüzün üstünde yoğun bir çamur var. Bu çamurdan arınarak aynı çocuksu haldeki sevmeye erişmek için de özgürleşmemiz gerekiyor. Bunun için de verilenlerin ötesinde düşünmeye cesaret etmek ... Sergideki yerleştirmede tavanda tek başına uçuşan renkli kuş ise serginin son parçası olarak belirdi. Bunu düşünmeden oraya koydum ama sonradan, büyük resimde ortak bir sembol olarak kuş imajını özgürlüğü temsil eden ortak bir sembol olarak okuyabildim. Kamuya açık bir mekânda bütün bunları sanat aracılığıyla paylaşmak ve bu sayede izleyicilerle bir iletişim kurmuş olmak, öncelikle kendim için sonra da izleyenlere ulaştığı kadarıyla keyifli bir süreç oldu. Bana verilen bu ifade alanı ve serginin süreç içinde gördüğü ilgiden oldukça memnunum.
Haliç Sanat Fener Evleri 2: Yavuz Sultan Selim Mah. Çukur Mescit Sk. No: 23 Fatih/İstanbul