Güncelleme Tarihi:
Önceki işlerinize göre soyutlamaya girişmişsiniz ‘Kütleyi Çağırmak’ta. Bu figürle bir hesaplaşma mı yoksa formun, heykelin özüyle ilgili bir arayış mı?
Formun özü derken evet heykele kesinlikle bir vurgu var. Konu olarak ilk başta yola çıkışım insanlık tarihinde, uygarlık tarihinde aslında bir topluluğu ele almak gibiydi. Ama belirli bir zamanı, mekânı, coğrafyayı, kimliği işaret etmeden belirsiz insan grubunu anlatmaktı. Sergideki rölyefleri de duvar resimleri gibi düşündüm. Bu tanımsızlık biçimsel olarak soyutlamayı getirdi. Bu anlamda biçim ve içeriğin birbirinden ayrılamazlığını da vurguluyor diye düşünüyorum bu sergi. Daha önce yaptığım heykellerden bu anlamda bir kopuş niteliği taşıyor. O heykellerimde de soyut leke, kompozisyon çok önemliydi benim için. Daha tanımlı ve portresi de olan figüratif işlerdi. Burada portre elendi, ki figürde çok önemlidir. Portre, el ve ayak figüre bitmişlik verir hemen. Bunu feda ettim.
Figürden tamamen kopuş anlamına mı geliyor bu?
Hayır! Kesinlikle. Bu soyutlama noktasına vardıktan sonra herhalde bunun etkisiyle figüre dönüş olacaktır. Ama farklı bir ele alış olacaktır diye düşünüyorum.
Serginin basın bülteninde güzel bir tanımlama var; ‘yabani ve gergin enerji’... Estetik olarak hani daha kaba ve dışavurumcu keskinlik nasıl oluştu?
Biçimsel olarak ele alışımla ilgili o. Aslında başından beri portresi (başı) olan ahşap figürlerimde de vardı ama bu sergide biraz daha uca taşıdım. Ve o ‘yabani ve gergin enerji’ diye bahsettiğimiz şey, heykellerin pozisyonundan da kaynaklı. Hani belki gelecekte bir zamana da işaret ediyor olabilir diye düşünüyorum. Çünkü insan var oldukça o ilkellik meselesi, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin bir şekilde uygarlıkların peşinden gelen bir olgu olacak.
Savaşların bitmemesi, ekolojik felaketin yaklaşması da etkili mi bu yabanilikte?
Direkt bir bağlantısı yok ama mutlaka etkisi vardır. Eğer böyle bir okuma oluyorsa izleyici açısından aksini savunmam.
Peki baş ve el, ayak gibi uzuvları tanımsızlığı vurgulamak için mi çıkardın heykellerden?
Portre, jestin yoğunluklu toplandığı ve figürü çok tanımlayan bir öğe. O jesti portreden alıp bütün heykele yüklemeyi tercih ettiğim için portreyi de eli, ayağı da eksilttim. Portre çok şey söylüyor çünkü, çok anlatımcı. O anlatımcılıktan uzaklaşmak istedim bu sergide. Bu içeriğin ancak böyle ele alınabileceğini düşündüğüm için portreden vazgeçtim. Ama şöyle bir şey var, portre yok evet ama heykellerde kafanın baktığı yönü seçmek hâlâ mümkün.
Biraz da anlamı çoğaltmak, seyirciye daha çok alan açmak galiba...
Kesinlikle... Seyircinin işini zorlaştıran ama kesinlikle anlam dünyasını genişleten bir şey.
Büyük boyutlu çalışmak nasıl bir deneyimdi senin için?
Geçmişte birkaç kez heykel sempozyumuna gittiğim için büyük ölçekli heykel yapma fırsatım olmuştu. Ama kafamda aslında bu kadar büyük ölçekli çalışma fikri yoktu. Heykellerin maketlerini yaptıktan sonra işlerin bu ölçeği istediği ortaya çıktı benim açımdan. Maket benim için bir düşünme biçimi ve orada heykeldeki insan imgelerinin gerçek hayattaki insan ölçüsünün altına düşmemesi gerektiğine karar verdim. Daha büyük olursa da daha ezici bir etkisi olacaktı, onu da istemediğim için, otomatikman bu boyutlara kendiliğinden geldi.