Güncelleme Tarihi:
Luc Ferry’nin ‘Gençler İçin Batı Felsefesi’ ya da ‘Gençler İçin Yunan Mitolojisi’, adlarından da anlaşılacağı üzere eğitim amaçlı kitaplardı ama didaktik değil ufuk açıcı olmakla ıralıydı. Ferry’nin, Fransa’da milli eğitim bakanlığı yapmış olmasını da hesaba kattığımızda, bu kitapların bir gelecek projesi dahilinde yazılmış olduğunu da ileri sürmek mümkün. Buna ‘devlet gibi düşünmek’ diyelim; geleceğin bir tasarıma göre gerçekleşmesi doğrultusunda yeni nesillerin eğitilmesi doğrultusunda düşünmek. Ferry, devlet gibi düşünen bir felsefeci. Ana kitabı gibi duran ‘Transhümanist Devrim’ de bu düzlemde yer alıyor diyebiliriz. Kitabın altbaşlığı olan ‘Tekno-tıp ve dünyanın überleşmesi hayatlarımızı nasıl altüst edecek?’ sorusu da sözünü ettiğim bu düzleme ışık düşürüyor.
Ferry’ye göre, transhümanizm bir ‘ideal tip’ arayışıdır. Temel sorusu aşağı yukarı şu: “İsteğimize bağlı olarak çocuklarımızın şu veya bu karakter özelliğini; zekâsını, boyunu bosunu, fiziksel gücünü veya güzelliğini ‘artırmak’ mümkün olacak mı; cinsiyetlerini, saç veya göz renklerini seçebilecek miyiz?” Ferry, transhümanizmin amacını açıklarken şu ifadeleri kullanıyor: “İnsan varlığını artırma imkânı”, “Şanstan seçime geçmek”, “İnsan özgürlüğü, insanın kendi kaderine hükmetme sahasına girmekte”, “Sonu gelmeyen bir ilerleme”, “Zamanın içinde yaşamlarımızın ‘doğal’ denilen sınırlarına razı gelmemek”, “İnsanlığın standart durumunu değiştirmek”, “Doğal düzende bir ilerleme hayal etmek”, “Doğanın organizasyonunun mükemmelleştirilmesi”...
‘Şanstan seçime geçmek’ iddiası, transhümanizmin en önemli ayırıcı özelliklerinden birini oluşturuyor. Bu öjenizm fikrinin amacı, Ferry’ye göre, “Kör ve duygusuz bir doğanın insanlara dayattığı adaletsizlikleri tamir etmek”tir. Dolayısıyla transhümanizm natüralizm karşıtlığı ile karakterize olmaktadır. Onlara göre, doğa kutsal değildir, doğanın değişikliğe uğratılmasının, yükseltilmesinin önünde bir engel yoktur. İnsan, ‘doğal’ addedilen sınırları aşabilir. Yaşlılığa ve ölüme çare bulabilir. ‘Sonsuz yaşam’, yani yaşlılık ve ölümle mücadele, transhümanist projenin temel hedefi gibi görünmektedir.
Bütün bu argümanlar bana Cioran’ı, ‘Narayama Türküsü’ filmini ve Natan ha-Bavli’nin ‘Dünyanın Kısa Tarihi’ kitabını hatırlattı. Diyeceğim ama Ferry, bu bağlamda çok ilginç bir örnek veriyor. Ona göre, “Menopozlu kadınların döllenme yardımı almasına konan yasak için öne sürülen gerekçeler feci bir yoksulluğu” dile getirir. Bu gerekçelerden ilki şöyle: “Doğa menopoz yoluyla, aşılmaması gereken ahlaki bir sınır koymuştur.” Bu gerekçe, Ferry’ye göre saçmadır: “Çünkü tıp sanatı tümüyle yapaydır ve esasen doğanın yol açtığı zararları düzeltmek için vardır. Hiçbir şey grip veya HIV virüsünden daha doğal değildir.” Ona göre, doğanın bir norm olarak kabul edilmesi bir ideolojik seçimdir. Diğer gerekçe ise ‘20 yaşında bir çocuğun 80 yaşında bir annesinin olmasının mantıksız olacağını’ dile getirir. Ferry, buna şöyle karşılık veriyor: “Erkeklere serbest olan bir şey kadınlara neden yasaklansın”, “Bunu erkeklere de yasaklamak ister miyiz ve cevap hayırsa, o zaman neden sadece kadınlara yasak konulsun?”
Bizim yaşadıklarımıza göre, oldukça lüks bir tartışma değil mi? Luc Ferry, transhümanist devrim fikrinin, herkesin ulaşabileceği demokratikleşmiş bir özgürlük ve mutluluğu gerektirdiğini söylerken kastı sanırım bu.
Yine de Ferry’nin temellendirme stratejisinde, bu konunun tartışılmasını kışkırtan iki temel zaafından söz edilebilir. Birincisi, transhümanizme yönelik eleştiriyi biyomuhafazakârlık olarak adlandırıyor. Daha başlangıçta ötekileştirildiğinizde, nasıl tartışabilirsiniz ki! İkincisi, geçmiştekine ve şimdi, halihazırda olan yaşama benzemeyecek bu transhümanist devrimle geleceği düşünülen yaşam tasarımının, geçmişin dinsel, felsefi ve ideolojik hikâyelerine gidilerek açıklanması...