Güncelleme Tarihi:
Bu zamana kadar pek çok açık oturumda yer aldım. Konuşmacı ve moderatör (kolaylaştırıcı deniyor artık) olarak hem zevkli hem gerilimli birçok oturum hatırlıyorum. En sıkıntılı olanları, konuşmacıların süre kavramını hiçe saymalarıdır. Artık, o konuda ustalık kazandığım için, sürelerini başta belirtip bunu aştıkları anda müdahale ediyorum. Kimi zaman katı davrandığım da oluyor. Kimsenin kalbi kırılmasın...
Hayatımda bir oturum var ki asla unutmam. 70’li yıllar. Tepebaşı’ndan geçerken, Tiyatro Binası’nın duvarında bir afişe gözüm takıldı: “Ölüm Yıldönümünde Üsküdar Şehir Tiyatrosu’nda Orhan Veli Kanık Açık Oturumu”.
Afişteki listeye baktım; oturumun yöneticisi benmişim. Ama haberim yok. İyimser bir yorumla, demek ki ulaşamadılar, kabul edeceğimi düşünerek adımı yazmışlar, diye düşündüm. Zira oturum arkadaşlarım, iki ünlü şairdi. Melih Cevdet Anday ve Şükran Kurdakul. Oturum o haftanın cumartesi günü yapılacaktı. Kalan birkaç günde oturuma çalıştım. Gün geldi çattı, öğleye doğru Melih Cevdet Anday’ın evini aradım, eşi Suna Anday, şairin İstanbul dışında olduğunu söyledi. Aynı şekilde Şükran Kurdakul’un evini aradığımda eşi Semra Kurdakul, İzmir’de olduğunu söyledi.
Bir umutsuzluk içinde tiyatronun o dönemki yöneticileri, ikisi de aramızdan ayrılan, Cüneyt Türel ile Başar Sabuncu’yu aradım. Sabuncu yönetmen, Türel de yardımcısıydı. Zaten şans eseri haberimin olduğu oturumun diğer konuklarının İstanbul’da bile olmadığını, durumun vahametini anlattım. Varsa, gelenlerden özür dilemelerini istedim. Kısa süre sonra beni geri aradılar. Salonun tıklım tıklım olduğunu, mutlaka gelmem gerektiğini ısrarla tekrarladılar. Cağaloğlu’ndaki Altın Kitaplar Yayınevi’nden aceleyle çıkıp nefes nefese Üsküdar Şehir Tiyatrosu’na vardım.
Sahneye çıkıp, gelemeyenlere haber verilmediği için gelemediklerini, benim de şans eseri buraya geldiğimi ironik bir dille anlattım. Kabul ederlerse tek başıma konuşacağımı söyledim. O an aklıma geldi, tiyatrodaki sanatçı arkadaşlarım da şairin şiirlerini okuyacak, dedim. Tek başına konuşmanın sıkıcı geçeceğini düşünerek, dinleyicilerin istedikleri anda sorular sorabileceğini belirttim. Şimdi düşünüyorum da, interaktif metodun (!) öncüsü bir oturum olmuştu. Program oldukça uzun sürdü. İyice enerjimin tükendiğini fark ettiğimde ön sıralarda oturan Deniz Lisesi edebiyat öğretmeni Erdoğan Yılmaz’ı sahneye çağırdım. Programı birlikte tamamladık. Şans eseri gördüğüm bu oturum için iki şair de asla böyle bir davet almadıklarını söylediler. İkisinin de mekânı cennet olsun, ışıklar içinde yatsınlar.