Güncelleme Tarihi:
Son serginizin tanıtım metninde; bir ‘üretim fabrikası’ olduğunuzdan söz ediliyor. Bu tabir ne hissettiriyor size? Elinizden çıkan işlerin çeşitliliğine ve sayısına bakınca ne düşünüyorsunuz?
Belki her işe ‘burnumu sokma’ içgüdüsü, belki yapmam istenen işlere “Hayır” diyememe özürlülüğü, belki konumun dışındaki işlerle ‘yasak ilişki’ yaşama zaafı, belki de karşıma çıkan her yeni problemi ‘baştan çıkarma’ çapkınlığı!
40 yıla yayılan 400’ü aşkın çalışmayı bir araya getirmek için bir ‘zaman yolculuğu’ yapmış olmalısınız. Biraz bu yolculuktan söz eder misiniz? Sergide yer alacak çalışmalarınızı seçerken ve işler arasındaki diyaloğu oluştururken nelere dikkat ettiniz?
Yaptığım işleri kişiselleştiriyorum. Sonra onlarla oynuyorum, onlarla yeni oyunlar kuruyorum. Yaptığım işlerin zaman aralıkları kalkıyor. Zaman unsuru kalkınca bütün işler aynı düzlemde toplanıyor. Geriye onları nasıl yan yana getireceğim, kendi varolma nedenlerini koruyarak -ya da korumayarak- birbirleriyle nasıl ilişkilendireceğim, onlara ne roller vereceğim, onları nasıl sahneleyeceğim kalıyor.
BENİM ‘SİLAHLARIM’ BUNLAR
Bu sergiyi tasarlarken geçmişe dönüp baktığınızda kendinizle ilgili çarpıcı bir gerçekle karşılaştınız mı?
Bilirsiniz, zaman ilişkileri eskitir, farklı dönemlerdeki çok yakın arkadaşlarınızla bugün karşılaştığınızda ya konuşacak bir şey bulamazsınız ya da yolunuzu değiştirirsiniz. Evet, geriye dönüp işlerime baktığımda her biriyle hâlâ arkadaşlık edebildiğimi, konuşacak ortak konularımızın hâlâ olduğunu, bunca zaman sonra onu, onları görmekten memnun kaldığımı şaşırarak fark ettim!
Siyasi ve sosyal gündemin günlük hayatınıza ve çalışmalarınıza yansıması nasıl oluyor?
İsrailli tasarımcı David Tartakover intifada başladığı sırada e-mail’le bana bir afişini göndermişti. Tanklara taş atan Filistinli bir çocuğun fotoğrafı üstünde “Ben burdayım” yazısı vardı. E-mailin konusu ise “Siz nerdesiniz”di. Bu soruya sınırlı sayıda bastırdığım afişle cevap verdim. İşlerimi buruşturup sıkıştırıp bantladım, “Ben kendi taşlarımın olduğu yerdeyim” yazdım. “Benim ‘işlerim’, benim ‘silahlarım’ bunlar” dedim; cebimdeki bu ‘taşlar’la dünyanın neresinde olursan ol, ben ordayım demek istedim. Siyasi ve sosyal gündeme böyle karşılık vermeye çalışıyorum.
BOZABİLDİĞİM İŞLERİ TERCİH EDİYORUM
Serginin ismine nasıl karar verdiniz?
O da bir kurgu. Yaptığım işleri ‘remix’liyorum. ‘REMIX’ başlığıyla işlerin kendini yeniden ifade etme halini Sevim Burak iğnesine geçiriyorum. Sergilediğim eski işleri ve sergilenmeyen yeni işleri karıştırıp farklı bir bağlamda tekrar sahneye koyuyorum. İşleri bir tür geri dönüşümlü kullanma hali. Sergiye bir dizi konuşma kurguladım, ‘Yinelerken Yenileme: REMIX’ üst başlığıyla, grafik tasarım, edebiyat, müzik, çağdaş sanat, mimarlık, endüstri tasarımı ve sinema odaklı konuşmalar...
Sergide dikkat çeken şeylerden biri de şu; çok büyük firmalarla da çalışmışsınız, küçük bütçeli projelere de eser vermişsiniz. Kimler Bülent Erkmen’e teklif götürüyor? Siz gelen teklifleri değerlendirirken nelere bakıyorsunuz, hangilerini kabul ediyorsunuz?
Tasarım öyle özel bir alan ki, işi ‘yapan’ kadar işi ‘veren’ de gelişmiş olmalı, takıntıları olmalı. O tasarımcıyla şu tasarımcının yaptıkları arasındaki farkı fark edebilmeli, bu farkın önemini bilebilmeli, bu konudaki takıntılarının kişisel hazzını duyabilmeli. Yemek yemekle, ‘o yerde’, ‘o yemeği’ yemiş olmak arasındaki fark gibi bir şey bu. Bilinirliğimin özellikleri sayesinde önelemeyi işverenler yapıyor ve sadece ‘bazı işler’ geliyor. Bu nedenle istemediğim işlerin sayısı çok değil. Çalışmalar doğru bulduğum bir yolda gitmezse, özür dileyerek ayrılıyorum. Daha çok içine girebildiğim, içselleştirebildiğim, anladığım, yorumlayabildiğim, risk alabildiğim, çekiştirebildiğim, esnetebildiğim, bozabildiğim işleri tercih ediyorum doğal olarak. Bir de tercihim uzun süreli çalışılabilecek işler ve kurumlar. Tasarım yoluyla yapılabilecek yapısal dönüşümler için zamana ihtiyaç var çünkü.
SOKAKTA YÜRÜMEKTEN HOŞLANMAM
Sokakta yürürken içinizden neler geçiyor? Dikkatinizi en önce neler çekiyor, sizi şaşırtan şeylerle karşılaşıyor musunuz, nelere çok sinirleniyorsunuz, size ilham veren şeylere rastlıyor musunuz?
Sokakta yürürken genellikle içimden gideceğim yere bir an önce gitme isteği geçiyor. Sokaklarda yürümekten maalesef hoşlanmam. Gezmek, bakmak, görmek için sokağa çıkmam, sokağa bir yerden bir yere gitmek için çıkarım. O nedenle de ilham denen her neyse, dışarlardan, dış mekânlardan gelmez!
Kendinizi tembel olarak nitelendiriyorsunuz. Hatta tarzınıza bu karakter özelliğinizin etki ettiğini söylemişsiniz bir röportajınızda. Günün ne kadarını çalışmakla geçirirsiniz?
Sabah 9.00’da işe geliş, öğlene kadar oturuş, yemek için kalkış, yemek sonrası tekrar oturuş, akşama kadar kalkmayış, 19.00 civarı eve gidiş. Gördüğünüz gibi son derece sıkıcı bir hayat, tabii başkaları için! Masa başında, boş bir kağıt ve kalemle ama mutlaka oturarak!
Yağlıboya alıp bir manzara resmi yapmak gibi hiç bilmediğimiz üretimleriniz var mı? Sadece kendiniz için ürettiğiniz şeyler?
Öyle bir şey yapmak hiç ‘nasip’ olmadı! Başkalarına yaptığım pek çok işi fazlaca içselleştirip kendim için yapar hale getirdiğim için belki!
“Facebook-Instagram-Spotify” çağını nasıl yaşıyorsunuz? Bu mecralara uyum sağladınız mı?
Hayır, bunların hiçbiriyle hiçbir ilişki kurmadım. Gereksiz zaman harcama ve ‘kirlilik’ bombardımanından kendimi koruduğumu sanıyorum!
Hiç değişmeyen ilham kaynaklarınız neler?
Farklı disiplinlere açık olma hali!
Bülent Erkmen’in Remix’ başlıklı retrospektif sergisi 31 Mayıs’a kadar Akbank Sanat’ta görülebilir.