İHSAN YILMAZ iyilmaz@hurriyet.com.tr
Oluşturulma Tarihi: Ekim 26, 2017 14:59
İnsanlarla yan yana duran doğaüstü yaratıklar, kapı bekçisi gergedanlar, sırt üstü can çekişen aygırlar, hırkasının altına gizlenmiş korku içindeki insanlar... Tarihi Abdülmecid Efendi Köşkü’nde başladığı günden itibaren büyük ilgi gören ancak son günlerde küçük bir grubun saldırısıyla gündeme gelen ‘Kapı Çalana Açılır’ sergisinde yer alan çarpıcı eserlerin hikâyeleri...
Osmanlı’nın son döneminin önemli yapılarından biri olan Nakkaştepe’deki Abdülmecid Efendi Köşkü, 15. İstanbul Bienali ile eşzamanlı olarak Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç Koleksiyonu’ndan bir seçkiye ev sahipliği yapıyor. Melih Fereli ve Károly Aliotti küratörlüğünde gerçekleşen ‘Kapı Çalana Açılır’ sergisi, Türkiye’den ve dünyadan 24 sanatçının 1700’lerden günümüze geniş bir döneme yayılan ve bir kısmı Türkiye’de ilk kez sergilenen 30 yapıtını bir araya getiriyor. Açıldığı günden itibaren ziyaretçilerin büyük ilgi gösterdiği, sosyal medyada en çok paylaşılan sergi bir anda Türkiye’nin gündemine oturdu. Bunun nedeni ‘manevi değerlere saygısızlık’ gerekçesiyle küçük bir grubun saldırı girişiminde bulunmasıydı. Geçmişin izlerini taşıyan yapıda bir araya gelen resimden fotoğrafa, heykelden yerleştirmeye çok farklı teknikler ve malzemelerle üretilmiş yapıtlar Leonce Raphael Agbodjelou, Francesco Albano, Semiha Berksoy, Paul Carey, Taner Ceylan, Elmgreen&Dragset, Leyla Gediz, Alejandro Metallo Gibert, Gimhongsok, Carsten Höller, Ryota Kikuchi, Steven Klein, Burhan Kum, Harland Miller, Ron Mueck, Patricia Piccinini, Jon Rafman, Ekin Saçlıoğlu, Anıl Saldıran, Franz Xaver Seegen, Yaşam Şaşmazer, The Connor Brothers, Daphne Wright ve ismi bilinmeyen bir sanatçının imzasını taşıyor. İşte Türkiye’nin konuştuğu o sergiden seçtiğimiz çarpıcı eserler ve hikâyeleri...
GÜÇ SİMGESİNİN TEPETAKLAK OLUŞU
FOTOĞRAFLAR: EMRE YUNUSOĞLU
Güzel olduğu kadar ürkütücü dünyalar yaratan eserleriyle bilinen İrlandalı sanatçı Daphne Wright, sanat tarihinin güç simgesini tepetaklak ediyor ‘Aygır’ heykeliyle. Sırtüstü devrilmiş ‘Aygır’ dermanını yitirmiş, ayağa kalkacak hali kalmamış gibi. Sanat tarihinde güçlü, cesur ve gösterişli bir hayvan olarak çağrıştırdığı anlamların aksine, bu heykel kaçınılmaz bir ölümün eşiğinde. Aygırın devasa cüsseli heykeli ceset ve ölüm gibi çağrışımlara demirlerken, yukarı dikilmiş ve boşlukta çırpınan bacakları hem zarif bir devinim hem de ıstırap hissi uyandırıyor. Gücün sonsuz gibi görünen illüzyonunu paramparça ediyor.
GELECEĞİN YARATIKLARIYLA BAŞ BAŞA
Teknolojinin insan hayatını nasıl değiştirdiği üzerine kafa yoran, insan-doğa ilişkisini sorgulayan bir sanatçı Patricia Piccinini. 2001 yılında Arter’de ‘Beni Bağrına Bas’ adlı bir sergisi açılan sanatçı rahatsız edici, garip eserleriyle tanınıyor. Bu sergide üç eserle yer alan Piccinini, ‘Beklenen’de bizi kendisinin yaratmış olduğu tuhaf ve inanılmaz bir dünyaya götürüyor. Bir şekilde doğal görünmeyen ya da genetik olarak değiştirilmiş mutantlar yaratarak, izleyicileri normalliğin sınırlarını yeniden değerlendirmeye zorluyor. Bu olağandışı varlıklar ilk bakışta iğrenç ya da çirkin gibi görünseler de, yanlarındaki insan figürlerine şefkatli yaklaşımları ve yakınlıkları, izleyicide içten bir sevgi uyandırabiliyor. Özellikle biyoteknolojideki hızlı ilerlemelerin öngörülemez sonuçları ve bunların insanlık durumu üzerindeki etkileriyle yüzleşmek zorunda olduğumuz böyle bir dönemde, sanatçı bu varlıkları bugün ve gelecek hakkında anlattıkları ibretlik hikâyelerle karşımıza çıkarıyor.
SEVGİ Mİ TÜKETİM ÇILGINLIĞI MI?
Jon Rafman’ın yapıtları, sanatçının kendi deyişiyle “karşıt duyguların, hem vahşi, dehşet verici bir yutma hem de erotik bir şeyin” bir temsili olarak, birbirini sürekli yiyip yutan çeşitli hayvan imgelerinden oluşuyor. Bir şeyi onu tüketecek kadar çok sevme halinin basit bir metaforu olan ‘Yutan Yutuldu’, bir yandan da insanın ana rahmi gibi güvenli bir yere geri dönme isteğini vurguluyor. Bu bakımdan yapıt, Rafman’ın sınırsız tatmin peşinde koşan günümüz toplumunun belirgin bir özelliği olarak bitimsiz tüketime duyduğu ilginin de bir göstergesi.
MUHAFIZ GERGEDAN
Köşkün giriş merdivenlerine yerleştirilmiş olan bu minik gergedan karşılıyor ziyaretçileri. Üzerindeki metal rozetler ve deri kemerleriyle bir muhafızı andırıyor. Yüzündeki dalgacı ifade, tıknaz görünümü ve pek bir ağırlığı olmayan varlığıyla koruyucu bir gergedandan ziyade bir bekçi köpeğine benziyor. Köşkün önünde kendinden emin bir şekilde dikilmekte olan bu gergedan, birazdan içeri girecek olan ziyaretçileri bekleyen tuhaf ve şaşırtıcı evreni sanki şimdiden
haber veriyor. Eserin sanatçısı bilinmiyor, en azından öyle yazıyor.
HIRKANIN GİZLEDİĞİ DUYGULAR
Abdülmecid Efendi Köşkü’nün şömine kısmına yerleştirilen Ron Mueck’in ‘Hırka Altında Adam’ı sanatçının hiper gerçekçi eserlerinin tipik örneklerinden biri. Devasa ya da çok küçük gerçekçi insan heykelleriyle tanınan sanatçının bu eserinin konulduğu şöminenin ‘mihrap’ sanılarak saldırı gerekçesi gibi gösterildiğinin altını çizelim. Avustralya’da doğan ve çalışmalarını Londra’da sürdüren Ron Mueck’in heykeli, izleyicileri esere neredeyse kalp atışlarını ve nefesini duyabilecek kadar yaklaşmaya davet ediyor. İnsanların söze dökemediği duygu ve düşüncelerini eserleriyle anlatan sanatçı merak duygusuyla ona yaklaşmanızı istiyor. Adamın dile getirilemez bir şeyden gizleniyormuş hissi veren duruşu, hassasiyet ve yalnızlığın bir karışımı. Başına geçirdiği hırkanın altına kısmen saklanabilmiş olan bu adam, sanki dış dünyadan çekiniyor gibi. ‘Hırka Altında Adam’ın yüzünü görebilmek için çömeldiğinizde, belli belirsiz de olsa, birisinin özel alanına zorla giriyormuş hissine kapılıyorsunuz.
DÖNEMİN SANATÇI VE YAZARLARININ BULUŞMA YERİ
Geç Osmanlı mimarisinin ihtişamlı bir örneği olan
Abdülmecid Efendi Köşkü, 19. yüzyıl sonlarında Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından av köşkü olarak yaptırılmış. Mimarı kesin olarak bilinmese de bazı kaynaklarda mimar Vallaury’nin adı geçer. Günümüze köşkün yalnızca selamlık binası ulaşmıştır. Sultan II. Abdülhamid tarafından satın alınıp yeğeni Abdülmecid Efendi’ye devredilen köşk, kendisi de hayli yetkin bir ressam olan son Osmanlı halifesi Abdülmecid Efendi tarafından yazlık konut olarak kullanılmış; döneminin sanatçı ve yazarlarının buluşma yeri haline gelmiştir. Bağlarbaşı’ndaki iki yüz dönüme yakın koru içine yerleşen köşkün mimarisine Osmanlı ve Mısır üslubu hâkimdir; üç katlı yapı çini ve hat sanatının incelikli örneklerini barındırır. 1924 yılında halifeliğin kaldırılmasının ardından İstanbul Defterdarlığı’na geçen köşk, 1980’li yıllarda Yapı Kredi Bankası’nın kurucusu Kâzım Taşkent tarafından satın alınmış ve daha sonra Koç Topluluğu’na devrolunmuştur. Üsküdar’daki Abdülmecid Efendi Köşkü’nde süren sergi 11 Kasım’a kadar ücretsiz olarak ziyarete açık.