Güncelleme Tarihi:
‘Şüpheli Şeylerin Keşfi’, Ayla’ya yeni kaybettiği dedesinden miras kalan evin salonunda açılıyor. Ayla, eski bir Bizans sarnıcı olan Karagümrük Stadı’na bakan bu evin onca çocuk ve torun arasında neden kendisine bırakıldığını anlamaya çalışırken hafızasındaki boşlukların da farkına varmaya başlıyor; geçmişten onlarca anının zihninden adeta bir vinçle söküp alınmış olduğunu kaygıyla hissediyor. Ne olduğunu idrak edemediği bir de ses yankılanıyor zihninde: “Çıp çıp çıp, çı çıp, çı çıp, çı çıp”. Bu sesin ve boşlukların keşfi peşinde koşarken yolu Edhem’le kesişiyor. Aslında İsviçre’de yaşadığını ve Bizans’la ilgili bir araştırma için bir-iki haftalığına İstanbul’da bulunduğunu söyleyen adam, ondan tarihi gezilerinde kendine eşlik etmesini rica ediyor. Edhem’in Ayla ile tesadüfen karşılaşmadığını, İstanbul’da bulunma amacının ise esasında bambaşka bir nedenden olduğunu romanda ilerledikçe anlıyoruz.
Roman, İstanbul’un daha çok Bizans ile özdeşleşen yörelerinde dolanıyor: Balat, Ayvansaray, Samatya... Ancak kesinlikle bir dönem romanı değil, Bizans ile ilişkisi ise bu mirasa bugünden bakmak. 1 Şubat 2020’de başlayan roman, karakterlerini 28 gün boyunca, bazen geçmişe dönüşler eşliğinde, 28 Şubat 2020’ye dek takip ediyor. Bihter Sabanoğlu’nun romanında bana kalırsa en enteresan kısım, tarihe ve şehre alternatif bakış açıları önermesi. Ayla karakteri şehre, şehrin tarihine karşı tutkulu bir yaklaşım geliştirmiş; şehrin binaları, anıtları, tarihiyle bütünleşmiş. Onları adeta benliğinde hissediyor, önlerinden geçerken neredeyse geçmişten kokular, tatlar duyuyor, gözünün önünde resimler canlanıyor.
Edhem karakterinin tarih ve İstanbul algısı ise daha metodik, statik, tanımlamalar ve saptamalar üzerinden gidiyor. Romanın açılış cümlesi de oldukça ilginç; Ayla her zaman bir erkek olmak istediğini söylüyor. Bu cümle üzerinden yazar, cinsiyet bazlı bir varoluş problematiği de yaratıyor; Ayla’ya göre erkekler hep mutlu, kadınlar hep mutsuz. Ondaki empati eksikliği sadece kadınlara değil, tüm insanlara yayılıyor bir nevi; Ayla, tarihi karakterlerle rahatça ilişki kurabiliyor, onlarla kendini özdeşleştirebiliyor ama ailesi, arkadaşları için aynı duyguyu hissedemiyor. Bu bağlamda bize bir antikarakteri dahi anımsatıyor.
Romanı elbette bir İstanbul romanı olarak da okumak mümkün. Aetios Sarnıcı ve Vlaherna Ayazması’nda, yani suyla başlayıp Valens Kemeri altında, yine suyla biten hikâye az bilinen Bizans kalıntılarında dolaşırken okuyucuya farklı ve gizemli bir İstanbul portresi de çiziyor.