Güncelleme Tarihi:
Adalet, tecelli etmeyi bırakalı çok olduğu için “suç” ve “suçlu” kavramı da bununla birlikte değişti. Hukukun “üstünlüğünü” geçtim, kendisi büsbütün devre dışı kaldığı için de bu iki kavramı tanımlayan unsurlar da buna istinaden “hukuk dışı” rollere sahip olan özneler tarafından belirleyici olur hale geldi. Dijitalleşme bu kadar yaygın değilken, kendini farklı bir şekillerde gösteren “toplumsal linç”, artık “klavye” aracılığıyla etken bir araç olarak kullanılsa da, “eski yöntemler” de “klavye” kullanıcılarına karşı yardımlarını esirgemediği için, “masumiyet karinesi”nin erozyona uğraması çok daha kolaylaştı. Bununla beraber “gerçek” de yeniden sorgulanır ve bahsettiğim nedenler neticesinde “kime göre, neye göre” gibi basit bir şema içinde şekillenmeye başladı. “Dünyayı Aşıp Sana Geleceğim” adlı eseriyle 8. Munhakdongne Gençlik Edebiyatı Büyük Ödülü’nün sahibi, “Şans Sana Geliyor”, “Adımı Çalan Oğlan” kitaplarıyla tanınan Lee Kkoch-Nim’in Athica Books etiketi, Açelya Yavuz çevirisiyle yayımlanan kitabı “Arkadaşı Suçlamak”, bu anlattıklarıma parmak basan bir roman. Burslu ve burssuz öğrencilerin bir arada okuduğu bir lisede, bir öğrencinin gizemli ölümünün ardından, tüm dikkatlerin bu olaya yönelmesini, her kafadan çıkan farklı farklı sesleri, kesin kanaatleri, röportajlarla, avukat-zanlı, görüşmeleriyle aktaran “Arkadaşı Suçlamak”, pek çok yönden okunmayı hak eden bir kitap.
İki “benzemezin” tuhaf dostluğu
Katil belli (mi?)
Bu iki “benzemezin” sürekli birlikte takılmasına kimse anlam veremezken, okulun arkasındaki sote bir yerde Soın’ın cesedinin bulunmasıyla başlıyor olaylar. Üstüne üstlük, Soın’ın ölümüne sebep olan tuğlanın üzerinde Cuyon’un parmak izlerinin bulunması, vaziyetin seyrini iyice değiştiriyor. Basın, olaya yoğun ilgi göstererek, Soın ve Cuyon’u tanıyan kim var kim yok herkesle röportaj yapıyor. Parmak izinin bulunması bile, insanların gözünde “önemli” bir imaja sahip Cuyon’un gözden çıkmasına ve kafadan katil ilan edilmesine neden oluyor. Tanıkların röportajlarda verdiği cevaplar başta ikili arasındaki sıradan ilişkinin saçmalığıyla ilgiliyken, sorular çoğalmaya başlayınca, Cuyon’un Soın’ı sürekli olarak kullandığı, ona binlerce won para verdiği, eski kıyafetlerini, ayakkabılarını sürekli Soın’a vererek onu her anlamda aşağıladığı iyice su yüzüne çıkıyor. Bu durum, yine ikilinin arkadaşlıkları hakkında “Neden?” sorusunu tekrar ve daha belirgin bir biçimde ortaya bırakıyor. Cuyon ise avukatına, tüm bunlar karşısında sessizliğini koruyarak yavaş yavaş kendisinin yaptığının değil, insanların konuşmalarının doğru olabileceği minvalinde kısa, müphem açıklamalar yapıyor ve artık “Belki…” ile cümlelerle ifadesine devam ediyor. Cuyon’un bu tavrı, herkes için olayın gizeminin çözülmeye başladığı anlamına geliyor. Zurnanın son deliğine gelip dayandığımızda ise bambaşka bir gerçek bizi bekliyor.
Kedi fare oyunu arasında kalan okur
Lee Kkoch-Nim, “Arkadaşı Suçlamak”ta, daha baştan bir polisiye kurgusuyla okuru kafa kola alıyor. Bu taktik, okuru bir cinayete çözmeye yönlendiriyor. Ancak sayfalar ilerledikçe, psikolojik kartını ortaya sürüyor yazar. Bu kartın altında ne yattığını bilmeden, görgü tanıkları arasında kafamızı bulandırıp allak bullak eden Nim, bu defa “Acaba?” sorusuyla baş başa bırakıyor bizi. Araya girip çıkan karakterlerin anlattıklarıyla bizimle çok ince bir zekâyla oynayan yazar, kitabın sonunda ise fena tufaya düşürüyor.
Kitapta, polisiye türünün argümanları nedeniyle dedektif rolüne soyuna okur, Lee Kkoch-Nim’in tahminime göre bilinçli olarak uzun tuttuğu gelişme bölümünde psikolojik gerilimle farkında olmadan kendi kuyruğunu kovalayıp duruyor. Soın’ın ölümü açıklığa kavuşunca da, yazarın asıl anlatmak istediği, benim de girişte değindiğim meseleler okkalı bir tokat gibi suratımıza iniyor. “Arkadaşı Suçlamak”ı bitirdiğinizde, kafanızdaki soru işaretlerinin sizi direkt ayna karşısına geçirebileceği ihtimalini göz ardı etmeyin derim.