Güncelleme Tarihi:
Bir zamanlar Muvakkithane Geçidi, numara 14’te pas kırmızısına boyalı derme çatma bir malikâne varmış. Malikâne lafın gelişi, içinde yaşayanın gönül gözüyle gördüğü haliyle malikâne... Gönül gözü kapalı olanlar için minicik, yıkılmaya yüz tutmuş bir kulübe. Bu malikânede özü sözü, duruşu, hayata bakışı farklı bir zat olan İbrahim Efendi yaşarmış. Bir saat tamircisiymiş İbrahim Efendi. Ama katiyen saat takmazmış. Kimsenin dilinden anlamadığı saatleri tamir eder, boş vakitlerinde ‘hayat’ üzerine uzun uzun düşünür, her türlü canlıyı sever, saygı duyar, kimseye yük olmadan geçinip gidermiş. Nefsini köreltecek kadar yer, yorgunluğunu atacak kadar uyur, etraftan feyz alacak ya da verecek kadar konuşurmuş. En büyük zevki müzik dinlemekmiş. Bir radyosu varmış, arada da gider, güzel müzik dinleyeceği bir yerde oturur, o eski özlü ezgilere kulak verir, gönlünü dinlendirirmiş. Vakti öğrenmek için de radyosunu kullanır, tamir ettiği saatleri radyoya göre ayarlarmış.
İşte o İbrahim Efendi’nin hikâyesini anlatıyor Elvan Kaya Aksarı. Kitabın adı ‘Saatçi İbrahim Efendi Tarihi’. 1939’da doğmuş İbrahim Efendi. Nereden gelir, nereye gider, kimi kimsesi var mıdır kimse bilmezmiş ama onu tanıyan herkes severmiş. Öyle bir kahraman yaratmış ki yazar, onun gibi birinin bu dünyadan geçtiğini bilmek bile insana umut veriyor. İhsan Oktay Anar’ın, Sezgin Kaymaz’ın oyuncaklı dilini hatırlatan akıcı ve masalcı bir anlatım kullanıyor Aksarı. Daha ilk satırdan hikâyeye kendinizi kaptırıyorsunuz. Önce Muvakkithane Geçidi’nin sakinleriyle tanışıyoruz. Sonra da İbrahim Efendi beliriveriyor tüm ihtişamıyla. İhtişamı, hayata karşı duruşunda. Mütevazılığında, iliklerine işleyen saygısında. Öyle bir kahraman ki caminin dibindeki çınar ağaçlarına, onları içinden çürüten bir hastalığa yakalandığını anlayacak kadar içi titreyerek bakıyor. Herkes seviyor sevmesine mahallede onu ama her yerde olduğu gibi görüntüyü bozduğunu, farklı olmasını içine sindiremeyenler, bu devirde böylesine zarif bir insanın ‘sağlıklı bir zihne’ sahip olamayacağını düşünenler de var.
Kimseye zararı olmayan hatta “Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime” en sevdiği şarkı olan bu zattan rahatsız olan bir insan evladı, devlete “Gelin, bu adama sahip çıkın” diyor. İbrahim Efendi, karşısına kanun dayanınca soluğu akıl hastanesinde alıyor. Babil Kulesi’ne benzetiyor burayı. Oradan çıkmanın yollarını ararken düzeni kendince koyan görevli kapıyı gösteriyor İbrahim Efendi’ye. Anlıyor ki İbrahim Efendi dışarısı için az, burası için çok akla sahip. Pusulası onun gibi vicdanı olanlar için koca dünyada küçücük bir kulübe bile çok görülüyor çünkü.
Elvan Kaya Aksarı pürüzsüz bir dil kullanıyor. Yer yer metne girip küçük dokunuşlarla kendini hissettiriyor. Yüz yıllar evvelinden kalma zamansız bir hikâye anlatıyor. Kahramanı İbrahim Efendi hem çok tanıdık hem de sanki nesli tükenmiş. Sadece İbrahim Efendi değil bu etkiyi bırakan. Şampiyonluğu bekleyen ‘hasta’ Trabzonlu Ahmet Hoca, yüreğindeki müzik sevdası cebini doldurmadığı için sevmediği bir işte çalışan ama müziğiyle hayata isyan ederken tanımaya fırsat bile bırakmadan İbrahim Efendi’yi düzeninden eden Aydın, kitapçı Eyüp Bey, kızının yaşarken onu gömmesini içine sindirmeyip bitkisel hayata gönüllü giren Rafet Bey, hastanede ‘deliler’ üzerinden kendilerine yaşam alanı kuran hizmetliler... Tüm bu kahramanlarla vicdanımıza dokunuyor Aksarı. Öyle zamansız bir masal anlatıyor ki, anlayana sağlam bir hayat dersi veriyor. Şu yalan dünyanın ‘hiç’liğini anlamaya yanaşmayanlara ise yine sözünü söylesin İbrahim Efendi. Her neredeyse...
SAATÇİ İBRAHİM EFENDİ
Elvan Kaya Aksarı
Vacilando Kitap, 2022
88 sayfa.