Güncelleme Tarihi:
“Savaştan önce sevdiğimiz bir oyun vardı, Almanların resimlerini çizerdik. Kocaman dişler çizerdik onlara. Kocaman köpekdişleri. Ama işte gözümüzün önünde dolanıyorlardı şimdi. Gençtiler ve güzel...” 12 yaşındaki Gena sarsıcı bir travmayla o ana kadar çirkinliğinden şüphe etmediği Alman askerlerini bir gün karşısında görünce hayret duygusuna yeniliyor. Savaşın ilk gününün sabahı hatırladıkları sadece Alman askerlerinin aslında birer insan olması değil; Stalin’in suskunluğu, Molotov’un radyoda yankılanan sesi, insanların olan biten hakkında sessizce konuşmak zorunda kalması ve Almanların ölüleri bombalamayacağını tahmin ettikleri için mezarlığa saklanma fikri... Bir sözlü tarih çalışmasının sunduğu onlarca insan hikâyesi karşısında aklınızda sarsılmaz yer edinmiş gerçeklerin eriyip gittiğine şahit oluyorsunuz.
Belaruslu yazar Svetlana Aleksiyeviç, ‘Son Tanıklar - Çocukluğa Aykırı Yüz Öykü’ kitabında Almanların Rusya’yı işgal girişimini kız çocuklarının hatıralarıyla anlatıyor. Şimdi hepsi birer mimar, gazeteci, öğretmen ve işçi olan bir nesil sohbet eder gibi sesleniyor.
Dört yaşındaki Vasya Harevski’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın Rusya’ya savaş ilan etmesini nasıl ayrıntılı hatırladığına hayret eden sadece siz olmuyorsunuz. “Kimse inanmıyor bana, hatta annem dahi inanmamıştı. Savaş bitip de olan biten anılmaya başladığında şaşırmıştı: Bunları hatırlaman mümkün değil, küçücüktün sen. Sana biri anlatmıştır.” Savaşın acı ıslığının çalındığı andan itibaren Sovyetler Birliği’nde yaşayan kız çocuklarının his dünyalarının aslında resmi tarihten daha sarsıcı olduğunu ortaya koyuyor Aleksiyeviç. İkinci Dünya Savaşı’nı sadece Antony Beevor, Richard Overy ya da John Lukacs’ın kaleminden okuyanlar ‘Son Tanıklar - Çocukluğa Aykırı Yüz Öykü’ kitabında yer alan çivi gibi soğuk ve yalın cümleleri görünce bugüne dek neden Aleksiyeviç okumadığını sorgulayacak.
MASALLAR, RÜYALAR, KORKULAR...
Savaşa onlarca yıl ve yüzlerce kilometre uzaktan olup bitenleri okurken kafamda o ana kadar inşa ettiğim resimler bulanıklaşıyor, tıpkı Alman askerlerinin de sıradan bir insan olduğuna şaşıran Gena gibi... Bir yandan şu soruyu tekrar edip duruyorum: İnsanlar bu şiddette acılar çektiler, onyıllarca tüm olan biteni unutamadan yaşadılar ama neden tüm bu acı hatıralar savaşların tekrar edilmesine engel olamıyor, neden savaşmadan duramıyoruz? Kitapta insanların kalbine arkeolojik bir kazı yapar gibi ilk ıslığın yansımalarına tanık oluyorsunuz: masallar, rüyalar, sıçrayarak uyanışlar, korkulu öpücükler, oyuncaklar, hayatta kalma mücadeleleri... Sadece ideolojik ya da bilimsel yanıtları beğenmiyor Aleksiyeviç; insanların his dünyasına dalmak istiyor ve o anlarda etraflarındaki insanları, eşyaları, mekânı merak ediyor. Aslında halkın ruhunu insanın ruhundan ayırıyor ama o sadece sözlü tarih anlatıcılığıyla binlerce saat ses kayıtlarını çözerek yüzlerce farklı gerçeği önümüze serptiği iddiasında...
Sovyetler Birliği’ndeki çatırdamaların iyice ayyuka çıktığı 1980’lerde Aleksiyeviç’in yazın hayatını etkileyen iki önemli olay yaşandı: Afganistan Savaşı ve Çernobil faciası. Aleksiyeviç’in Afgan Savaşı’nı anlattığı ‘Çinko Çocuklar’ ve Çernobil Faciası’nı anlattığı ‘Çernobil Duası’nın içinde Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine yaklaşmanın verdiği o travmanın tadını alıyoruz. Aleksiyeviç bir kitabında Sovyetler’in çöküşünden izler hakkında, “SSCB dönemine ve sonrasına dönüp baktığımızda, tarihimizin koca bir mezar ve büyük bir kan banyosundan ibaret olduğunu görürüz. Kurbanlarla cellatlar arasındaki tükenmek bilmez diyalogları duyarız. Sürekli olarak karşımıza aynı lanetli sorunsallar çıkar: Ne yapmalı, suçlu kim?” diye sormuştu.
‘ETRAFIMDA YÜZLERCE SES’
Minsk’teki evinde ütü yaparken adaylığını öğrendiği Nobel Edebiyat Ödülü’nü alırken “Bu kürsüde yalnız başıma durmuyorum. Yüzlerce ses var etrafımda. Çocukluğumdan bu yana hep benimle birlikte oldular. Ben taşrada büyüdüm. Gündüzleri dışarıda oynamayı severdik ancak akşam döndüğümüzde evlerinin yakınlarında oturmuş yorgun kadınların sesleri bizi mıknatıs gibi kendisine çekerdi. Hiçbirinin kocası, babası ve erkek kardeşi yoktu. Köyümüzde İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşayan bir erkek hatırlamıyorum. Biz çocuklar olarak kadınların dünyasında yaşadık. En iyi hatırladığım şey kadınların ölümden değil aşktan bahsetmesiydi. Savaşa gitmeden bir gün önce sevdikleri insana nasıl veda ettiklerini, onları nasıl beklediklerini ve bekleyeceklerini anlatıyorlardı” demişti. Nobel’i aldıktan sonra önünde beliren uluslararası kitleden sıyrıldığı zaman büyük bir istekle sıradan hayatına geri döndü, daçasına çekilip kitaplarının arasına gizlendi. Tanıyanlar, onun konuşmaktan çok dinlemekten haz aldığını söylüyor.
Nobel Edebiyat Ödülü, Aleksiyeviç’i ülkesinde koruyan bir zırh işlevi gördü. Aleksiyeviç’in yazıları Lukaşenko rejimini rahatsız etti. 2000 yılında başlayan soruşturma, sürgün hayatının başlangıcı oldu. 10 yıldan uzun süre Paris, Göteburg ve Berlin’de yaşadıktan sonra 2011’de Minsk’teki evine dönse de Nobel’in sağladığı uluslararası ün, onu ülkesinde eskisinden daha rahat hareket eder hale getirdi. “Benim üç evim var” diyor Aleksiyeviç, “Belarus, toprağım, babamın vatanı, bütün ömrümü geçirdiğim yer. Ukrayna, annemin vatanı, doğduğum yer. Ve büyük Rus medeniyeti, kendimi onsuz hayal edemediğim... Benim için hepsi değerli”. Aleksiyeviç’e göre, kendisini o olmadan hayal edemediği Rusya, Sovyetler’in dağılmasından sonra büyük bir fırsat kaçırdı. 2017’de The Guardian’a verdiği mülakatta bir kesim insanın Sovyetler’in yıkılmasından sonra her şeyin yoluna gireceğini düşündüğünü ancak Sovyetler coğrafyasındaki halkın bir özgürlük anlayışına sahip olmadığını söylüyor: “Kimse Sovyetler Birliği’nin bir gün dağılacağını düşünmedi. Bu herkes için büyük bir şok oldu. Herkes kuralların, davranış kodlarının değiştiği yeni ve acı verici bir gerçekliğe uyum sağlamak zorunda kaldı... Bizler komünizmi arkamızda bırakınca her şeyin yoluna gireceğini düşündük. Fakat bunu arkanda bırakıp özgür olamıyorsun çünkü insanlar özgürlüğün ne olduğunu bilmiyor.”
SON TANIKLAR: ÇOCUKLUĞA AYKIRI YÜZ ÖYKÜ
Svetlana Aleksiyeviç
Çeviren: Aslı Takanay
Kafka Kitap, 2019
294 sayfa, 35 TL.