Güncelleme Tarihi:
Bugüne kadar Rembrandt’tan Monet’ye, Picasso’dan Miro’ya Batı sanatının ikon isimlerini ‘yakından görmemizi’ sağlayan Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), 15’inci yılında çok doğru bir hamleyle Türk sanat tarihinde yer etmiş önemli sanatçıları nitelikli sergilerle geniş kitlelere tanıtmaya devam ediyor. İstanbul Üniversitesi’yle işbirliğine giden ve Sabancı Holding’in desteğini arkasına alan müze, şu sıralar devam eden Türk portre resminin öncü ismi Feyhaman Duran sergisine paralel olarak şimdi de Akademi’de (İDGSA) Duran’ın öğrencisi olmuş, onun gibi yolu Galatasaray Lisesi’nden geçmiş, dönemin etkili Paris sanat ortamında bulunmuş ressam ve heykeltıraş Selim Turan’a kapılarını açtı.
Paris ekolü denince ilk akla gelen isimlerden Selim Turan, gerek yaşamı gerekse sanatıyla önemli, ilginç bir kişilik... 1915’te İstanbul’da doğan Turan, soyadından da anlaşılacağı üzere Türklük tartışmalarının odağında bir aileden geliyor. Zira Selim Turan’ın babası Azeri-Kafkas asıllı Prof. Hüseyinzade Ali Turan, Moskova’da tıp eğitimi almış deri ve zührevi hastalıklar konusunda önemli bir doktor olmanın yanı sıra İttihat ve Terakki Partisi merkez yöneticiliği yapmış bir isimdi. Türk Ocakları’nda da çalışan baba, dönemin milliyetçi şair ve yazarlarıyla da yakın ilişki içindeydi. Üsküdar Paşakapısı’ndaki evleri, tasavvuf âlimlerinin, ünlü hattatların sürekli girip çıktığı bir yerdi. Geleneksel sanatla ilgilenen bu üstatlar Turan’ın ilkgençlik yıllarında sanata yakın durmasını sağlamıştı. Babasının Batı ve Doğu kültürlerinin özlerinin alınarak yorumlanmasına dayalı anlayışıyla yetişen Turan, Galatasaray Lisesi’nde okurken resim sanatıyla daha da yakınlaşmış ve 1935’te İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne girmişti.
Turan’ın Akademi’ye girdiği dönem ise kurumda eğitim sisteminin değişmeye başladığı bir zamana denk geldi. İlk yıllarında 1914 Kuşağı’ndan Feyhaman Duran, Nazmi Ziya gibi ustaların atölyelerinde eğitim gören Turan, daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın üniversite reformları çerçevesinde Akademi’nin Resim Bölümü Şefliği’ne getirilen Léopold Lévy sayesinde daha özgür bir eğitimle tanıştı ve özgüven kazandı. Akademi’den 1938’de mezun olan sanatçı, bu yıllarda kendini bulma ve araştırma dönemi olarak da nitelendirilebilecek bir süreç geçirdi. Bu dönemde yaptığı ‘realist’ resimlere ‘kalın’ çizgileri ve güçlü fırçasıyla farklılık katmayı başardı. 1941’de CHP’nin Yurt Gezileri projesi kapsamında gittiği Muğla Bodrum ve Fethiye’de yaptığı resimlerde de ‘folklorik’ bakıştan çok, gördüklerine anlam katarak kendine özgü, mükemmel peyzajlar ortaya çıkardı.
Nazan Ölçer: Devamı gelecek
Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer: İstanbul Üniversitesi’nin büyük koleksiyonunun bizde saklanması ve sergi imkânının doğması açısından ilginç oldu. Feyhaman Duran’ın bu kadar ilgi göreceğini aslında tahmin etmemiştik. Ziyaretçi sayısı 80 bini aştı. Sonuçta çok bilinmeyen isimler bunlar, böylesine bir ilgi çok mutlu etti bizi. Öncü kuşak dediğimiz 14 kuşağıyla ilgili çalışmalarımıza devam etmeyi düşünüyoruz. Çünkü bu kuşak, sonraki nesli etkileyen, eğitim veren bir kuşak. Bundan sonra, 14 kuşağının farklı isimlerini ele alacağız. Nazmi Ziya mesela. Büyük, tek başına bile bir Nazmi Ziya yapabiliriz. Geçmişte yapmıştık, ancak şimdi farklı bir şekilde ele alabiliriz. Elbette yurtdışı kaynaklı projelerimiz de sürüyor.
Necmi Sönmez: Soyut yorumları bir zirve
Sergi küratörü Dr. Necmi Sönmez: Selim Turan, yeniler grubunun en önemli, en aktif üyelerinden biri. 1941’den itibaren aktif, yeni şeyler söylemek istiyor, yeni deneylere girmek istiyor. Ama bunu o grubun diğer sanatçıları Nuri İyem, Nejad Devrim gibi bir çırpıda yapamıyor, çok araştırması gerekiyor. ‘Yol tutukluğu’ dediğim bir kavram var. Yani yolunu bir çırpıda bulamayan... Uzun süren mücadelelerden sonra yolunu bulabilen bir sanatçı. 1950 ve 1960’lı yıllarda vardığı soyut dil, soyut yorum bence Türk sanatı açısından bir zirve. Paris’te o dönem içinde çok önemli sanatçılarla beraber oluyor; Hans Hartung, Pierre Soulages gibi. Hatta Hartung’un bir yıl kadar asistanlığını yapıyor. Dolayısıyla resim diline de hâkim bir isim. Bence burada sergilen gri-mavi tonlu soyutlamaları, yazılmamış Türk modern sanatının başyapıtları. 1960’lara yaptığı çalışmalarının çok büyük önemi var.
Batı sanat dünyasında kabul gören ilk Türk sanatçılardan birisi... 1951’de Paris’te sergi açıyor. Kendisinden önce Paris’te kişisel sergi açabilmiş yalnızca iki Türk sanatçı var. Biri Nejad Devrim, diğeri Fahrelnissa Zeid. O dönemde, düşündüğünüz zaman, Türkiye gibi modernizm dışındaki bir ülkeden gelip Paris’te kendi çabasıyla, arkasında herhangi bir güç ya da destek olmadan, kişisel sergi açabilen bir isim. Üstelik bir de bütün resimleri satılmış, o çok ilginç. Paris’e gelen diğer Türk sanatçılara da yardımcı oluyor. Mesela Mübin Orhon için bir yol gösterici, bir abi oluyor. Yolunu açıp ona öncülük ediyor. Birçok sanatçıya yol göstericilik yapıyor.