Güncelleme Tarihi:
Yalçın Tosun’un biraz hüzünlü biraz isyankâr öyküleriyle karşılaşan okurda, dönüp çocukluğa bakma ve içindeki çocukla konuşma hissi uyanabilir kolaylıkla.
Hayal ve gönül kırıklıklarını, dostluğu, sevgiyi ve bağlılığı anlatan; ağızda buruk bir tat bırakan duyguların üzerinden geçen, benlikte izi kalan yaraları sarmaya çalışan Tosun; sevgiyi, yalnızlığı ve sevgisizliği erotizmle buluştururken bunların altındaki kederi yüzeye çıkarıyor öykülerinde.
Beşinci öykü kitabı ‘Mesafenin Şiddeti’nde, bu temaları genişletip çeşitlendiriyor Tosun: Yine çocuklukla yüzleşiyoruz, evliliğe, ebeveynlere, ergenliğe, kırılganlığa uzanıp yazar ve öykülerdeki karakterler izin verdiği kadar mahreme giriyoruz. Söz konusu mesafe, anlatımı haline geldiği kırgınlıkların sınırını belirliyor bir bakıma ve böylece şiddetin dokunduğu sinir uçlarına ulaşıyoruz.
HAYAT SAHNESİ
İnsanın ruhuna işleyen unutuluş ve kayboluşun, bir çocuğun gözünden nasıl göründüğünü, bunun ileride hangi şekillere girdiğini ya da üzerine titrenen bir erkek evladın gücünü ve güçsüzlüğünü okuyoruz ‘Mesafenin Şiddeti’nde.
An geliyor, gülüşün ve neşenin bir zırha nasıl dönüştüğünü, erken ölümleri izleyerek alınan yaşları, ani parlamalar misali yarım aşkları ve mafyanın suskunluk yasasına benzeyen sessizlikleri işitiyoruz. Bazen hayat ile sahne birbirine karışıyor; dekorlarda, perdede ve salonda kaybedilenlerin sesleri yankılanırken anıların görüntüleri ışıldıyor. Bazen de görülen rüyanın veya gündüz düşünün ateşiyle harlanan hatıralar, karanlığa alışan gözlerin kamaştığı anlar çıkıyor karşımıza.
Cinsiyetin doğasına uygun davranma veya davranmamanın alkışlanması ya da yadırganmasının yarattığı gurur ve tetiklediği hüzünle de yüzleşiyoruz ‘Mesafenin Şiddeti’nde. Başka bir deyişle çocuklukta yaşanan ve yaşla beraber büyüyen travmanın bir anlatımı bu. Ardından sorular geliyor: “Bir gün biri de onu sevecek mi? Peki o, o birini sevebilecek mi?” Özlemle harmanlanmış bir arayışı, terk edişleri ve sonu belirsiz bir tünelde süratle ilerleyişi sırtlanıyor bu sorular.
BEŞİKTEN MEZARA SAVRULUŞ
Öyküleri okurken baba-oğul gerilimine; iki erkeğin birbirini tanıyamayışına, iletişimsizliklerine ve nefessiz kalma hallerine de tanık oluyoruz. Bu nefessizlik, ne zaman öleceğini bilmekle veya tahmin etmekle de ilintili. Rüyayla uyanıklık arası bir durum bu: Yaşananlar; gerçeğin, rüyada da olsa gerçekliğini kaybetmeyişi veya ‘buz kesmiş boşluklar’ diye de tarif edilebilir. Sonra yine bir soru dayanıyor kapıya: “Hep böyle değil miyiz, süreğen ve inatçı bir inandırılma ihtiyacıyla başkalarının gözlerine merak ve inançla bakarak savrulup durmaz mıyız beşikten mezara?”
Tosun, okuru ‘okşanmamış korkular’a ve ‘dikenli eşiklere’ götürürken ergenliğin ve erginliğin o tuhaf çekişmesine, kavgasına ve ardından durulan sularına doğru yol alıyor öyküler. Sonra, pavyonda bir geceyi daha atlatmanın esenliğine, hayat telaşına ve anılara çıkıyor sokaklar.
‘Mesafenin Şiddeti’, yaşamın tam ortasından öykülerle dolu; söylenen ve söylenemeyenleri getirip önümüze koyuyor. Sevinçleri, kursakta kalan coşkuları, gerilimleri, kavgaları, kavuşma ve kavuşamamaları, fotoğraflarda kalan ya da sonuna kadar yaşanan aşkları, kırık bir aynadan yansır gibi paramparça olmuş hayatları, büyüyenleri, hep çocuk kalanları ve daha fazlasını öyküleştirmiş Tosun.
Uzakta dursanız göremeyeceğiniz, yaklaşsanız içinde kaybolacağınız, dolayısıyla belli bir mesafe tutturmanın şart olduğu öyküler bunlar. Adı ve hayat gibi şiddeti içinde saklı.