Güncelleme Tarihi:
Öncesinde Giorgio Agamben’in, daha sonra Byung-Chul Han’ın, içinde bulunduğumuz çağın olgularına ve problemlerine odaklanmaları, felsefenin yaşamı nesne edinmesi bakımından, varoluş felsefesinden sonra en önemli ayrımı oluşturuyor/du. Hans Blumenberg’i, Simon Critchley’i de buraya ekleyebiliriz; kuşkusuz başka benzerlerini de. Buna belki de Aristoteles öncesi filozofları hesaba katarak Montaigne-Pascal çizgisi demek gerekir: Teorik sorunsalı, gerçeklikteki (siyasal, toplumsal ya da sanatsal düzlemdeki) olgusal sorunsalı gündeme getirerek ortaya çıkarmak. Kuşkusuz meslekten felsefeci olmayanlar için de yaygın ve olanaklı bir okuma alanı oluşturur bu çizgi.
Ama bugün yeni bir filozof kuşağı geliyor ve onların yapıtlarında teorik felsefenin tekrar dönüşüne tanık oluyoruz. Teorik felsefe, teorik sorunsalı, gerçeklikteki olgusal sorunlara verilmiş mevcut felsefi açıklamaları/teorileri gündeme getirerek ortaya çıkarır. Mevcut felsefi teoriler, yeni olguları açıklayamamaktadır. Teorik felsefe, bu aporia (çıkışsızlık) durumuna, söz konusu olgulara ilişkin mevcut teoriyi, teorik düzeyde irdelemenin/sorgulamanın sonucunda, onların açmazını göstererek yeni bir açıklama getirir. Yani zor bir metinle karşı karşıyayız. Yapıtlarının Türkçeye çevrilmiş olmasını hesaba katarsak, bu filozoflardan biri Markus Gabriel, bir diğeri de Quentin Meillassoux. Axel Honneth’i (Tanınma Uğruna Mücadele) de bu çizginin önceli olarak hesaba katmamız gerekir. Gabriel’in ‘Dünyanın Neden Var Olmadığı Üzerine’ adlı kitabı Türkçeye çevrildi; ben, ‘Neo-Existentialism’ kitabını da merak ediyorum. Burada öncelikle üzerinde durmak istediğim Quentin Meillassoux. Meillassoux’nun iki kitabı neredeyse aynı günlerde Türkçeye çevrildi. İlki, ‘Bilimkurgu ve Bilimdışı Kurmaca’.
Meillassoux, burada, bir edebi üslup olarak bilimkurgu ile bilimdışı kurmaca kavramlaştırması arasındaki farkı irdelerken Hume, Kant ve Popper felsefeleri üzerine bir tartışmaya odaklanır. (Geçerken, yazardan bağımsız öznel örnek: ‘2001 Uzay Macerası’ bilimkurgu; ‘Açlık Oyunları’ bilimdışı kurmaca...) İkincisi ise bugünlerde yayımlanan ‘Sonluluğun Sonrası’. Bu kitaba, Meillassoux’nun felsefesinin ana kitabı diyebiliriz. Bu iki kitaptan ilkinin, ikincisi için bir ‘giriş’ olarak okunabilir; ama ilki de ikincisinden sonra daha seçik hale gelecektir. Meillassoux, kendi özgün felsefesinin eleştirel ipuçlarını ve sorunsalını Kant’tan türetiyor. Kant, ‘Saf Aklın Eleştirisi’ne yazdığı ikinci önsözde, felsefesinin devrimci niteliğini Kopernik devrimiyle kıyaslar, onunla eşdeğerde görür ve ‘Kopernik devrimi’ denilen bu devrimi kendisinin de gerçekleştirdiğini öne sürer. Meillassoux’nun başkaldırısı, tam da bu öne sürüme ilişkindir. Ona göre, Kant’ın devrimi ile Kopernik’in devrimi aynı türden değildir ve daha doğrusu ‘Kopernik devrimi’ karşısında Batlamyus’cu konumundadır. Kopernik devrimi, dünyayı/insanı evrenin merkezi olmaktan çıkarır; oysa Kant’ın bilgi felsefesindeki devrim, bilginin elde edilme sürecinde öznenin yeniden merkeze yerleştirilmesini dile getirir. Kant’ın bu devrimi, olsa olsa Kopernik devrimine karşı, Batlamyus’cu karşıdevrimdir. Meillassoux, Yeniçağ’dan günümüze modern felsefeyi sorunsallaştırıyor ve yeni bir felsefenin yolunu açıyor.
Alain Badiou, Meillassoux’nun, “Hangi yarayı tedavi etmeye, varoluşa saplanmış hangi kıymığı çıkartmaya çabalarken, filozof diye anılan biri haline geldim?” sorusuna odaklanan bir filozof olduğunu söylerken, onun, bir filozof olarak, “Gençliğinin belirli bir anında, hayatının ve düşüncesinin bir dönemecinde önüne gelen ve ne pahasına olursa olsun cevap bulması gereken tek bir sorudan doğduğunu” belirtiyor. Bu ayırıcı özellik, şairler için de geçerlidir.