Güncelleme Tarihi:
Âlimin ölümü âlemin ölümü gibidir, derler. Ya şairin ölümü? Şairin ölümü de şiirin ölümü gibidir elbet. İkinci Yeni’nin son şairi Ülkü Tamer hayata gözlerini yumdu. Ateş, önce memleketi Antep’i kavurmuştur, sonra bütün İstanbul’u, Türkiye’yi. Gazetelerde ve internet sitelerinde ‘Kimdi Ülkü Tamer?’ başlıklarını okurken kendimi ‘kısa biyografiler dikenliğinde’ yakaladım. Aynı soruyu tekrar soruyorum ama bir farkla, gerçekten kimdi Ülkü Tamer?
Ülkü Tamer, çocuktu. 1937’de Antep’te doğdu. Lise sıralarında İlhan’dan Pia’yı, Asaf Halet Çelebi’den ‘Mariyya’yı, Özdemir Asaf’tan ‘Lavinia’yı okumuştu, sevmişti. Odasında Attilâ İlhan’ın fotoğrafı duruyordu. Onun gibi olmak için siyah bir balıkçı kazağı almış, bir de uzun atkı takmıştı. 1950’lerin ortalarında Kaynak dergisinde ilk şiirini yayımladı: ‘Dünyanın Bir Köşesinden Lucia’. Onun da Lucia’sı olmuştu. Şairdi artık Ülkü Tamer. O seneler İkinci Yeni akımı hızla filizleniyordu. Asım Bezirci ve Attilâ İlhan iki cepheden eleştiriyordu bu yeni oluşumu. Ülkü Tamer’in adı giderek duyuluyordu. İkinci Yeni’nin kalesi Pazar Postası’ydı, Ülkü Tamer de kaleden çok hana benzeyen bu yerde bir masa edinmişti. Yıllar sonra tanıştı Attila İlhan’la. Şiirlerini beğenmişti üstat fakat “Ya Pazar Postası ya da Seçilmiş Hikâyeler” dedi. Ülkü Tamer şiirlerini masadan çekti, “Pazar Postası” dedi. Sonraları Cemal Süreya ile Papirüs’ü çıkaracaktı, ne yokluklar altında…
Ülkü Tamer Antep’ti, Anadolu’ydu. Yunus Nadi Ödülü’nü kazandığı Alleben Öyküleri’nde Anadolu’nun selamını, dostluğunu, güzel insanlığını anlattı. Öykülerine kendi hayatını katarak onlara can suyu verdi: İpekli dokumayı nasıl öğrendiğini anlattı, Anadolu topraklarında ‘merhaba’nın kıymetini anlattı, Kur’an okuyan babasını, ahalinin bayram neşesini, sinema âşığı Antep gençlerini anlattı. Pikniğe ‘sahre’ye gidilirdi. Ramazan’da meyan şerbeti ne tatlıydı! Çalışanın göbeğine gün değerdi, sevilmeyenin hanesi harap olaydı! Gazozu sallarsan ‘caşar’ mıydı? Kitapları Antep, yani Anadolu kokardı!
Ülkü Tamer bir kültür adamıydı. İkinci Yeni’de verdiği eserler görece azdı. 1965’te Edith Hamilton’dan yaptığı Mitologya çevirisi ona Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü kazandırdı. 1991’de Alleben Öyküleri’ni, 1997’de Alleben Anıları’nı yayımladı. 1998’de, ‘Yaşamak Hatırlamaktır’ isimli anı kitabını çıkardı. Çeşitli dergilerde çalıştı, ‘ölümün kemikten atı’ ve ölümün ‘ahşap kuşu’ olarak betimlediği çocuklar için Milliyet Çocuk’u çıkardı. Onun temiz sahnesinde başrol çocukların olacaktı. Zaten, tiyatroyla yakından ilgilendi, otuzun üzerinde oyun çevirdi.
Ülkü Tamer toplumcuydu. Toplumun sorunlarıyla yakından ilgilenerek köylüyü, işçiyi korudu, zalime, ağaya, hak yiyene ateş püskürdü. 12 Eylül’den bir yıl sonra ağaca bağlanarak öldürülen bir fidanın acısıyla şiir yazdı, ölümü dahi soğuttu: “Bir ormanda tutup onu/ Bağladılar ağaca/ Yumdu sanki uyur gibi/ Gözlerini usulca/ Bir soğuk yel eser / Üşür Ölüm bile” Şiiri Ahmet Kaya, Selda Bağcan, Suavi gibi isimler seslendirdi.
2005 yılının ekim ayıydı, Attilâ İlhan bizleri bırakıp gitmişti. Ölümünün birinci yıl dönümü için Ülkü Tamer 2006 senesinde bir yazı kaleme aldı, başlığı “Son Yolcunun Adı Attilâ İlhan’dı” idi. “Umutsuzluktan umut yaratan kaç sanatçı vardı?” diye bitiyordu yazı. Sene 2018, umutsuzluktan umut yaratan bir sanatçı daha bizi bıraktı. Evet, son yolcunun adı Ülkü Tamer’di.