Güncelleme Tarihi:
“Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka” dizesinde romantik bir tahayyül bulabiliriz kuşkusuz. Cemal Süreya’nın bunu ‘evin reddi’ne bir katkı olarak yazmış olduğunu da düşünüp sevinebiliriz. Şiir okumak niyet okumak olmadığına göre yorum serbest, hatta özgür! Hele şiirin bir ‘sokak çocuğu’ olduğuna da inancımız varsa, “Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar, her şey emeğin olacak” şiarının yanına şiiri, yani sokağı da ekleyebiliriz.
Aklım oluşta değil, akışta. Öyleyse Nâzım Hikmet’in “Ben iyimserim dostlar akarsu gibi” dizesini anmanın da tam yeri. Çünkü evimizi aramak gibi bir yersizlik yapıyoruz. Oysa belli mi diyorsunuz? Belki ben de o romantik tahayyüle uygun şeyler söylemeyi sürdürmeli ve ‘başka bir ev mümkün’ demeliyim.
Hiçbir yerde konaklamayan bir düşünceden söz ediyoruz. Diyalektik denen buharlıya takılmış, dönüp dolaşan sol düşünceden. ‘Dostluğun hafif ve seyyar mekânları’ndan düşüncenin akıcı ve derin sularına. Kim diyebilir ki ‘hepimiz aynı evdeyiz’ diye?
‘Biz solcular’ değil elbette. Birinin ‘Biz solcular’ demesi, üstelik bunu iyice duysunlar diye mi, sık sık söylemesinin güzelliğini de unutmayalım. İlhan Berk’in dediğini de, ‘Adlandırılmayan Yoktur’. Varlığımıza, varlıklarımıza kanıt getirme işini de şiirin kendiliğinden yüklenmesi ne hoş! Demek ki ‘Başka bir dünya mümkün’, sokağıyla, şiiriyle, yoluyla, soluyla!
Mümkün de, bir zamanlar mümkün olduğunu varsaydıklarımızdan geriye sosyalizm değil, ‘reel’i kalmıştı! Öyleyse 1936 İspanya’dan beri yenilegeldiğimiz iç savaşımızda başka şeyler mümkün olmalıydı! Aklımız teoriye yetiyordu, hatta bazen fazla geldiği de oluyordu ama akıl akıldan üstündü ve kapitalistler sahiden de fena halde akılcı davranıyorlardı. Bizim denizimiz de, bahçemiz de, evimiz de olan ‘Büyük İnsanlık’la daha yakınlaşmak için ‘başka bir vicdan mümkün’ olmalıydı!
‘Sol: Evin Reddi’nde Tuncay Birkan’ın yazdıklarından aldığım ‘esin’le söylüyorum bunları. 1998-2020 arası yazmış. Sol’un, ‘ev’le birlikte düşünülen ve ‘konfor’ hissi veren zihinsel alışkanlıkları ‘reddetme duruşu’ olduğunu söylüyor ve bir ‘vicdan muhasebesi’yle birlikte, ‘başka bir vicdan mümkün’, sömürü ve tahakküme karşı muharebeye çağırıyor hepimizi Birkan.
Bir-iki yerde daha anmıştım. Ertuğrul Kürkçü, sosyalizmin iyiliğinin halk katında da görülüp yaşanması, yaşatılması gerektiğini söylemişti hayli zaman önce. O iyiliğin ne olduğunu ya ‘biz solcular’ da bilmiyorduk ya da devrim sonrasında yapılacaklar arasında görüyorduk. Oysa “Geçtiğimiz yüzyılda entelektüellerin konumundaki derin sarsıntıyı yaratan başlıca amillerden biri de tek başına ‘aklın’ sanıldığı kadar güçlü bir kılavuz olmadığı”ydı (agy, s.59). Tek başına bırakıldığında saçmalayabilen aklın, “Mutlaka ‘vicdan’la, hiç de rasyonel sayılamayacak olan ahlakla tahkim edilmesi gerekiyordu” dedikten sonra Rousseau’ya, ‘Yalnızgezerin Hayalleri’ne başvuruyor: “Zorlu bütün etik meselelerde her zaman en iyisinin aklın ışığı yerine vicdanın sesini kılavuz edinmek olduğunu düşünmüşümdür.”
Cesare Pavese’nin bence bir ‘ahlak günlüğü’ ve ‘erdem risalesi’ de olan veda kitabı ‘Yaşama Uğraşı’ kaç kuşağın kılavuzu oldu kim bilir! Sonundaki “Tiksiniyorum bütün bunlardan. Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım” cümlesi belki de en çok şimdilerde bir hareket çağrısı. ‘Biz solcular’ evi reddederken ne öneriyoruz? Bana kalırsa, Turgut Uyar’ın ‘Kırlardan Geliyorlar’ şiiri tam da bu işe göredir: “kırlardan geliyorlar ellerinde sümbülteber/ elbette kırlardan kırlardan gelecekler/başka türlü nasıl güzelleşir bu akşamüstleri”. Sosyalist sistemin eski ‘sınırsız kalkınma ve büyüme tahayyülü’ne karşılık, doğanın sınırlarına vardığımız bu çağda, insan türünün varlığını sürdürmesi için büyüme değil küçülme öneriyor Birkan. Solun bir kimlik değil bir pratik olduğunu hatırlatıyor. Komünizmin artık bir ‘kır komünizmi’ni de içermesi gerektiğini vurguluyor.
Solun tarih olmaması, yeni bir tarih yaratması yolunda başka önerileri de var Birkan’ın. Solun evinden çıkıp solun evrenini yaratması için elbette.