Güncelleme Tarihi:
Altbaşlığında ‘Sapkınlığın Cazibesi’ bulunan ve ‘Baudelaire’den Beckett’e ve Ötesine’ ifadesiyle desteklenen bir kitap her haliyle kışkırtıcı ve ilgi çekicidir. Ve hâlâ hangi sınırında ve ne gerekçe ile bulunduğumuz kavramsal olarak da tartışılan ‘Modernizm’ gibi bir konuyu tarihsel derinliği içinden kavrama iddiasında bir kitapsa eldeki, dikkatler daha bir keskinleşecektir. Sibel Erduman’ın çevirisi ile okurla buluşan ‘Modernizm’ bir solukta değil ama çizdiği takip edilebilir yolda rahatlıkla okunabilen, modern eserlerden modernist sanatçılara değin pek çok olgu ve ismi yeniden düşünüp anlamamızı kolaylaştıran bir eser.
Modernizmi bir iklim ve buna bağlı değişkenlikler içinde değerlendiriyor ilkin Peter Gay. Bu bağlamda, ‘Modernizm İklimi’ bölümü hem modernizmi yaratan şartları kavramak hem de yazarın ana yöntemini çözmek bakımından önemli. Madem ki “İklimler, duygusal iklimler bile değişir, bu da demektir ki modernizmin de ayrı bir tarihi, diğer tüm tarihler gibi hem içsel hem de dışsal bir tarihi vardır.” Belki de yazarı böylesine geniş ve tedbirli düşünmeye çeken “Modernizmin hangi kültürel semptomunu incelersek inceleyelim, tikel olanın genele baskın çıkmakla tehdit ediyor” olmasıdır.
Modernistlerin de sonuçta ‘birer insan oldukları’ fikrine bağlı kalan Gay, ‘modernizmin psikanalizini yapmaya’ girişmediğini, Freud’un ‘sanat, müzik ve edebiyat alanında gayet muhafazakâr bir burjuva’ olduğunu vurguluyor. Burada muhafazakârlık ve burjuvazi modernizmin önündeki iki temel settir. Örneklemeyi, tanımlamaya yeğ tutarak yazar, modern olan sanatçı ve eser üzerinden ilerleyerek kendi örgüsünü tamamlıyor.
Toplam dokuz bölüm boyunca okur, resim, şiir, roman, heykel, müzik, mimari, tiyatro ve sinema alanlarında kim, ne, niçin modernizmin önlenemez ve etkin akışına katılıyor, görsel malzeme ile de sunuyor bize. Bu hem en genel anlamda modernizme bakışı hem de türlerdeki etkileşim ve geçişkenliği izlememize imkân veriyor. Siyasal ideolojileri ‘modernizmi tanımlamaya elverişli’ görmeyen Gay, ondaki bağdaşma esnekliğine de dikkat çekiyor. ‘Yeni olanı yapmak’ Ezra Pound ile birlikte parlayan yıldıza dönüşüyor. Çok çarpıcı olan modernizmin hep bir izler ve tüketici çevre edinmesi ve ‘kişisel egemenlik iddiası’nın kültür tüketicilerini de etkisi altına almasıdır. Daha çarpıcı olan ise İbsen’in kibirle söylediği gibi ‘yekpare çoğunluğa’ atılan bir tokat olan modernizmin, ‘bir sapkınlık halesi içinde yaratılmış olsalar’ bile modernist eserlerin sonunda bir klasik olmaktan kurtulamayışları ve ‘modernistlerin yıkmak için çok çalıştığı kültür kurumlarının soğurma kapasitesinin gerçekten etkileyici’ olmasıdır. Bunu da kapitalizm ile beraber düşünmek gerekir. Çünkü efsanenin aksine birkaç sanatçı dışında modernistler müreffeh yaşadılar. Uzun süreden beri dilimize çok değerli sanat-sanat düşüncesi kitapları çevriliyor. ‘Modernizm’ bu eserlerin en kalıcı olanlarından biri olmaya aday. Cazibesiyle içeriği iç içe çünkü.