Güncelleme Tarihi:
Claudio Magris, ‘Tuna Boyunca’ adlı kitabında farklı boyutlarıyla ele aldığı Tuna Nehri’nin kaynağına ilişkin tartışmalar anlamını yitirince nehrin kimliği, kültürel birikimi ve kapsadığı tarihsel süreçler önem kazanıyor. Örneğin Tuna, çoğunlukla Alman karşıtı bir simgesellik taşır. Bu yönüyle Ren’den de ayrılır. Farklı ırkların karşılaşıp karıştığı bir coğrafyayı sarıp sarmalar.
Tuna, ırkların yüzyıllar boyu karıştığı bir coğrafyanın da simgesi. Bir başka deyişle geçtiği hemen her yöredeki insanlara “Seni anlamıyorum” iletisi gönderirken karmaşıklığın ve bulanıklıktan doğan yeniliğin de göstergesi haline geliyor. Bu karmaşıklığı, karışmış ve öte yandan bütünleşmişliği içinde, isimleri de taşır: Kafka, Laval, Pétain, Céline, Goethe... Céline’e göre “İmparatorluk tarihini barındıran Tuna, evrensel pisliğin ve şiddetin kokuşmuş nehri”dir.
Céline’in söyledikleri dikkate alındığında, Tuna’nın bir imparatorluk boyu olduğu da ortaya çıkar. Alman, Osmanlı ve Roma İmparatorlukları hep Tuna etrafında var olmuş ve hâkimiyetlerini genişletmek için bölgede savaş vermiştir. Almanların ve Napoléon’un denetimindeki Fransa ordularında yer alan askerlerin lahitleri, yaptığı gezi sırasında Magris’in gözüne takılır. Tuna’nın yayıldığı alan, bir anlamda Roma da demek, Roma ise “Her şeyden önce hâkimiyet anlamına da gelir ve öne sürdüğü evrensellik, hâkimiyetinin maskesidir.”
Tuna, içinde tarih kadar siyaset ve sanatı barındırıyor. Örneğin Hitler, Yukarı Avusturya’nın başkenti Linz’i, Tuna’nın en büyük metropolü haline getirmeyi düşünür bir zamanlar. Nehir, akıp gittiği şehirler ve kıyılar boyunca şatoları, büyük hükümdarların saraylarını, onların suretlerini ve bir zamanlar ellerinin altında tuttukları görkemli kentler ile meydanları da selamlar.
Nehrin kültürünün ağırlık noktası olan edebiyat ve şiir, şatoları ve kaleleri, yazar ve ressamlarla birlikte onların ürünler verdiği mekânları da taşıyor beri yandan. Acıları, sevinçleri; savaş ve barışı, toplumsal hareketleri ve yıkılışları da... Tuna kıyılarında dolananların da nehri boydan boya kat edenlerin de aklında şu soru uyanır: “İnsanı, kaynağına götüren Tuna, hayatın başlangıcı mı?” Bu, bir bakıma şairane bir sorudur.
Tuna’nın bir başka özelliği de, sınırlar çizmesi: Örneğin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Sırp Krallığı arasındaki sınırı belirler. Sırp Krallığı’nın başkenti Belgrad, gelecekte Yugoslavya olarak anılacak coğrafyada, Doğu ve Batı’nın, birbirinden ayrı ve aynı zamanda çelişkiliymiş gibi duran dünyalar ve politik bloklar arasındaki arabulucu olacaktır.
Tuna’nın geçtiği topraklar, bir dönemin sosyalist blokunun da mekânıydı. Diğer bir ifadeyle, ‘Demirperde’nin içlerine uzanan nehir, ‘girilmez olan’ bölgeyi de (örneğin Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Yugoslavya...) fetheden bir kimliğe sahipti.
Tuna kültürü, ‘diğerleri’ olarak adlandırılanlara (örneğin Türkler, Slavlar...) karşı önemli bir siper işlevi de görüyor tarihte. İtalyan Albay G. Sironi, Tuna için 1873’te şunları kaleme almış: “Tuna, hangi yöne olursa olsun, tüm büyük faaliyetler için kocaman bir karargâhtır, aynı zamanda nereden gelirse gelsin saldırılara karşı koymak için mükemmel bir savunma hattıdır.”
Tuna, Karadeniz’e dökülüp son buluyor mu? Nehrin denize kavuşması, bir sondan öte ‘nostos’ gibi başlangıcı da çağrıştırıyor. Denize ulaşma aynı büyüklükte ve coşkulu bir sonu da içinde barındırıyor.
Magris’in kaleme aldıkları, Tuna’nın coğrafi bir oluşumun çok ötesinde konumlandığını gösteriyor. Önemli bir tarihi kavşak bu nehir. Başka bir deyişle, akıp giden zamanın, günümüze dek uzanan ve debisi yüksek bir tanığı.
Tuna, belleğin unutmaya bıraktığı pek çok ayrıntıyı bugünlere kadar taşıyor. Magris, ‘Tuna Boyunca’da özellikle bu noktaya ağırlık veriyor.
TUNA BOYUNCA
Claudio Magris
Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı
Yapı Kredi Yayınları, 2019
416 sayfa, 36 TL.