Güncelleme Tarihi:
Metin Kaygalak’ın toplu şiirlerinin adı da bu olurdu, ‘Siyah Divan’ (Everest). Şiirinin rengi de siyah çünkü, sesi de. Duygusu, içi, sözcükleri diye devam edersek yazıyı karartmaktan korkarım!
1998’den 2013’e, 15 yıl, 5 kitap. İlk kitapların taşıdığı karanlık biraz da gençlikle ilgilidir, çoğu ilk kitap buna delildir. Kaygalak’taki siyah, kara, karanlık, ilk kitaptan sonra seyrelip açılmak ne kelime, daha da koyuluyor. Ece Ayhan’ın ‘acı yoksulluk’ demesine benzer, zehir, keskin ve zifiri bir hal alıyor...sa, bunun sebebi şairin seçimi değil, sistemin, devletin, otoritenin seçimi çoğunlukla.
Yoksulların dilinin rengârenk olduğunu Latife Tekin’de gördük, siyahların dilinin de ne kadar parlak, göz alıcı, ışıltılı ve bezenmiş olduğunu Metin Kaygalak’ın şiirlerinde baştan beri görürüz. ‘Yeryüzü aşkın yüzü’ olacaksa, bu elbette tüm renklerin buluşmasıyla olacaktır, ama en çok da kenardakilerin, ötelenmişlerin, kendi topraklarından kovulmuşların, dillerinden sürgün edilmişlerin, canları pahasına korudukları sözcüklerinin, türkülerinin, danslarının da gökkuşağından renkleri olacaktır.
Metin Kaygalak şiirlerini, en çok siyah ve siyaha çalan sözcüklerle dolu olmasına karşın bunca renkli kılan nedir? Siyahtan gökkuşağı çıkaran bu şiir, kana, gözyaşına, kuyuya boğdurulmaya çalışılsa da, kadim tarihi, zengin mitolojisi ve masaldan fantastik olana değin geniş sözlü kültürüyle engin bir coğrafyanın ve “rivayet sanılır” denilebilecek bir tarihin mirasını da sahiplenir çünkü.
Divan siyah ama, içini açtığınızda, içinizi açmayacağına eminim, çünkü acının artık gülünç denebilecek kadar beter hallerini sanki bir vakanüvisin kaleminden günbegün okursunuz şaşkınlıkla. ‘Ortodoks Oğlanlar İçin Fücur’ (2006) ile ‘Doğu Kapısındaki Jonglör’e (2013) vardığınızda, coğrafyanın tam ortasına düşmüş gibi olursunuz.
Hangi coğrafyanın? Dünyanın doğu kapısının. Latini, ortası, yakını, güneyiyle, “geniş kanatlarıyla simsiyah açılan” o kapının ardındaki coğrafyanın. Genellemelere gelmeyecek kadar kendine özgü; sırlarıyla, acılarıyla, entrikalarıyla, dünyanın kaderine hükmederken kendi kaderine hükmedemeyen bir coğrafyanın.
Belki her şey gülünç olacak derecede acı, yalan sayılacak kadar gerçek olduğu için, anlatıcılarının, şairlerinin de şiir ilmi kadar, hatta ondan da önce hakikat ilminde sıralandıkları ve onun peşinde bir ömür tüketirken bir şiir daha kazandırdıkları bir coğrafya.
Metin Kaygalak da, ömür dedik, varlığıyla diyelim, bir şair olarak katıldığı hakikat yolculuğunda bir düşünür olarak da yol alır, tarihe de bakar, ve tam da son kitabında işaret ettiği gibi, Doğu Kapısındaki Jonglör, doğduğu topraklara film makinesiyle dönmüş bir belgeselci gibi “al gözüm seyreyle” der.