Güncelleme Tarihi:
Büyülü gerçekçiliğin edebiyatımızdaki öncüsü Nazlı Eray’ın ‘düş musluklarını çocuklar için sonuna kadar açtığı’ kitabı ‘Naz ve Köşkteki Vampir’ yıllar sonra yeniden okurlarıyla buluşuyor. Eray’ın çocukluk anılarından ilhamla kaleme aldığı roman, ressam Oğuz Demir’in çizgileriyle yepyeni bir dokuya kavuşuyor.
Mutfağında gül reçelleri kaynatılan, konuklara kahve lokum ikram edilen, koridorlarında hallacın tokmağından çıkan melodilerin yayıldığı, kocaman bahçeli bir eski İstanbul köşkündeyiz. Gündelik hayatın içinden süzülen tatların, kokuların, seslerin yarattığı nostalji, masalsı bir dünya örüyor etrafımızda. Küçük Naz, o yaz babaannesinin köşkünde yaşadıklarını çocukluğunun en güzel anıları olarak hatırlıyor. O yaz düşle gerçeklik el ele vererek bir kız çocuğunun büyüme serüvenine eşlik ediyor.
Naz her gece babaannesinden masallar dinleyerek dalıyor uykuya. Düş dünyası bu masallar kadar etrafındakilerin inanışları ve kabul günü sohbetleriyle de şekilleniyor. Örneğin ahşap merdivenlerin altındaki kilerin her daim dolu olması Hızır sayesindedir babaanneye göre. Nitekim, kilerin sırlarını keşfe çıktığı bir gün yeşil takım elbiseli, Sümerbank ayakkabılı Hızır’ı karşısında buluveriyor Naz.
O andan itibaren Naz’ın düşsel dünyaya açılan kapısı oluyor Hızır. Bahçedeki dut ağacıyla, yusufçuk Peyami’yle ve plaktan çıkıp dans etmeye başlayan Elvis Presley ile tanıştırmakla kalmıyor küçük kızı. Naz’a pek yetenekli olmadığı piyanoda Mozart’tan besteler çaldıran, gül perisi Rose’un âşık olduğu bahçedeki Antik Roma heykelini her gece canlandıran, Hafız Burhan’a bahçede konser verdiren de hep Hızır’dır.
Neredeyse hiç ayrılmayan Naz ve Hızır, babaannenin kabul gününde siyahlar içinde, uzun boylu, sarı yüzlü bir adamın kahve falından fırlayışına da birlikte şahit oluyorlar. Fincandan çıkıp kendini Hasan Bey olarak tanıtan kişi babaanneye göre Tanrı misafiriyken Hızır’a göre Kont Drakula’nın ta kendisidir.
Naz ve Hızır bir taraftan Rose’la Roma heykelinin aşkı için çırpınırken diğer taraftan evdeki gündelik hayatla ilgileniyor, Drakula’ya karşı gözlerini dört açıyorlar. Birkaç gün sonra Naz’ın amcası Tahitili sevgilisi Morita’yla birlikte yine kahve fincanından çıkıp gelince ev daha da şenleniyor. Hasan Bey’in peşinden gelen uşağıysa, yarısı telveyle birlikte yıkanıp gittiğinden, yarım adam olarak mutfakta Arap Bacı tarafından saklanıyor. Naz tüm bu olup bitenler arasında anbean büyüdüğünü, hayatı tanıdığını hissediyor. Derken bir gece vampirin ilk ısırığı gelip Morita’nın boynuna konuyor.
Nazlı Eray’ın yarattığı dünya olağanüstü. Ama en güzeli, Naz’ı büyüme serüveninde sınırsız hayal gücüyle donatması, büyürken düşselliğin terk edilmesi yerine birlikte yol alınabileceğini kanıtlaması. Bir de, daha ne sürpriz olabilir ki, dediğimiz son anda bile ağzımızı açık bırakabilmesi.