Güncelleme Tarihi:
Avrupa’dan ateşlenerek tüm dünyayı saran 1970’lerin ikinci dalgasının en büyük sembollerinden ve fitili ateşleyenlerden biri olarak Simone de Beauvoir, bir yazarın ve bir filozofun çok ötesinde bir isimdir.
Bugünkü tanımıyla toplumsal cinsiyeti ifşa eden, bir yönüyle çok basit, bir yönüyle çok karmaşık olan Beauvoir’ın o müthiş cümlesi, “Kadın doğulmaz, kadın olunur” ile feminizm literatüründe bir çığır açıldı. Bu kadar netlikte ifade edilen kadınlar için ‘olma’ süreci bugün dahi güncelliğini koruyor. Nice slogana ilham olarak…
Simone de Beauvoir ismi genellikle Jean Paul Sartre ismiyle birlikte yakın tarihin en çok merak edilen karakterlerinden oldu. Öyle ki birer ikona dönüştüler. Haklarında onlarca magazin haberinin yanı sıra Sartre’ın da Beauvoir’ın da hem ayrı ayrı hem birlikte çok sayıda yaşamöyküsü yayımlandı. Yeni günlükler, yazışmalar ortaya çıktıkça yaşamları güncelleniyor adeta... Her ikisini de bu kadar ‘popülerleştiren’, elbette yazınlarındaki başarının ötesinde; aktivist kimlikleri, Cezayir Savaşı’na karşı sergiledikleri duruşları, ‘68 hareketinin büyük destekçilerinden olmaları ve yaşamlarıyken, bir o kadar da aşkları oldu şüphesiz...
Simone de Beauvoir’ın yaşamında Sartre’ın gölgesinin olmadığı çok az anlatı var. Kate Kirkpatrick tarafından yazılan ‘Beauvoir Olmak’ı diğer biyografilerden ayıran en önemli fark ise odağında tamamen Beauvoir’ın olması. Bu biyografi onun yaşamını başka birinin, bir erkeğin gölgesi olmadan ama Sartre’ı da yok saymadan yazabilme becerisini gösteriyor. Yetiştiği aileyi, kimliğinin oluşmasını sağlayan habitusu, okumaya ve edebiyata olan tutkusunu, felsefe ve yazın ortamını, Sartre’la tanışmasını, aşklarını, feminizmle buluşmasını heyecanlı bir romanın sayfalarında dolanıyor gibi okuyoruz. İşin magazin kısmını da es geçmiyor Kirkpatrick. Beauvoir, hiçbir zaman geleneksel aile kalıplarının sahiplenicisi olmadığı gibi evlilik ve aile kurumuna da kadınların yerini mutlaklaştırdığı ve sürdürdüğü için daima karşı çıktı. Sartre ile ilişkilerinde ise açık ilişkiyi yaşamlarına sokup, birbirlerinin ruh eşleri olarak ömür boyu birlikte oldular. Bu ömürde herkesin dilediği gibi yaşamış olduğuna tanıklık ediyoruz.
Beauvoir kendini daima, filozoftan ziyade yazar olarak konumlandırmış. Edebiyat hem en güçlü ifade biçimi hem de felsefenin en anlaşılır dili ona göre. İnsanlarla kurduğu güçlü bağın da en önemli aracı. Aktivist kimliği ise onu besleyen damar. ‘İkinci Cinsiyet’i yazdığında Fransa’da topa tutulmuş, Vatikan tarafından yasaklanmış ve tüm bunlarla birlikte feminizme müthiş bir ivme kazandırmıştır Beauvoir. Onu tüm dünya kadınlarıyla tanıştıran da bu kitabı olmuştur. ‘Mandarinler’in yazılışı, Goncourt ödülünü alması da edebiyata olan tutkusu ve ısrarının bir sonucu.
‘Beauvoir Olmak’ ilham verici bir kadının ‘olma’ öyküsünü de anlatıyor. Çocukluk yıllarından itibaren Simone’u felsefeye de yönlendiren hep bu ‘olma’ süreci. Müthiş detayların saklandığı biyografide ‘olan’ bir yazarın izini sürüyoruz. Yaşamı boyunca ‘olma’ halini bir sürecin parçası olarak algılayan ve bunu ispata uğraşan Simone’un bu öncelikli amacını adeta sayfalara ilmek ilmek örmüş yazar. Beauvoir’ın, kadının varoluşsal meselesine kafa yoran ve hiç bitmeyen bir ‘süreci’ anlama çabası, yazın hayatının da ana omurgası. Kitap dönemin ruhunu da okura geçirmeyi başarıyor. Paris’in 60’lı, 70’li yıllarındaki dönüşümü, müthiş bir entelektüel üretimi, sol rüzgârı ve dünyayı kasıp kavuran aktivizmi, 68’in ruhunu, savaş karşıtlığını soluduğumuz bir fonda, Beauvoir’ın bir kadın olarak kendini nasıl var ettiğini heyecanla okuyoruz.
BEAUVOIR OLMAK
BİR YAŞAM
Kate Kirkpatrick
Çeviren: Deniz Soysal
Ayrıntı Yayınları, 2022
416 sayfa.