HAYDAR ERGÜLEN haydaree@yahoo.com
Oluşturulma Tarihi: Haziran 26, 2020 09:59
Aylin Kuryel’in derlediği ve kapsayıcı bir sunuş da yazdığı ’Sıkıntı Var', sıkıntı konusundaki bir sıkıntıyı ortadan kaldırmayı değil ama ‘sıkıntıyı eleştirel bir kanala aktarma’ yollarını araştıran bir çalışma.
Aslında sıkıntı var. Memleketin son yıllarda, sanki Yeni Türkiye’nin kurucu şifreleri gibi dilden dile (hatta gönülden gönüle) gezen iki lafından biri ‘sıkıntı yok’, ikincisi de ‘aynen’. İkincisi bir pekiştirme sıfatı olarak, sıkıntının olmadığını pekiştirip duruyor. Her ikisinde de ‘fazla uzatma, kısa kes!’ diyen bir dönem sözcüsü edası da mevcut.
Aylin Kuryel’in derlediği ve kapsayıcı bir sunuş da yazdığı ’Sıkıntı Var’ (İletişim, 2020), sıkıntı konusundaki bir sıkıntıyı ortadan kaldırmayı değil ama ‘sıkıntıyı eleştirel bir kanala aktarma’ yollarını araştıran bir çalışma.
Kuryel, sunuşunda, sıkıntının ‘karşıdevrimciliğine, atıllığına’ odaklanan Batı literatürünün, ‘onun, vaatlerini yerine getirememiş modern hayatın niteliksizleştirdiği deneyimin bir semptomu olduğuna vurgu’ yaptığını söylüyor. Oysa biz sıkıntıyı özellikle şairlerden ve en çok da Turgut Uyar’dan bir nevi ‘devrimci performans’ olarak öğrendik, adeta ‘öyle öyle ezber ettik’.
Kuryel de bizim kaç kuşaktır iman ettiğimiz bu sıkıntı türüne ‘ikinci bir hat’ açıyor. ‘Sıkıntının itme ve harekete geçirme gücünü irdelemeye ağırlık veren’ bu ikinci kavramsal hattı, Walter Benjamin ‘deneyimlerin eşiği’, Siegfried Kracauer ‘radikal sıkıntı’ olarak adlandırıyor: “Bu iki kavram da, sıkıntıyı toplumsal koşullar tarafından şekillenmiş ve içinde bulunulan duruma mesafe almayı sağlayan, onu dönüştürmeyi tetikleyebilen bir durum olarak kavramsallaştırmaya olanak verir.” (s.18)
Sıkıntı üretiminden sıkıntı mekânlarına, sıkıntının dilinden ritmine... Şimdi hakikaten ‘sıkılmadan’ okunacak bir kitap desem, olmaz! Evet sıkılarak okunacak bir kitap, okurken sıkılacaksınız, ama bu sıkışmışlık sizde ‘verimli çatlaklar’ açacak belki de! “Cansıkıntısıyla dinleniyorum ancak” dediği gibi Selim Işık’ın ‘Tutunamayanlar’da, şairler de ‘iç sıkıntısı’yla yazıyor belki. Edip Cansever’in Erdal Öz’e mektubunda “Sıkıntının değerini bil, herkes sıkılamaz” dediği gibi, sıkıntıda kendini bulmak, varlık bulmak olabilir şairin hallerinden biri ve öyle sever ki sıkıntısını ya da sıkıntısından başka sevecek, sevinecek bir şeyi kalmamıştır artık, “Gelmiş bulundum” der.
Ahmet Tulgar var!
İlk ‘Evsiz Ülke Hikâyeleri’ni okudum Tulgar’ın, BFS 1989 baskısı. Sonra gazete yazıları, romanlar. Şimdi de başlığın da buyurduğu gibi, portrede sıkıntı yok, Ahmet Tulgar var denilecek şahane bir toplamla karşımızda. Sevdiğimiz sevmediğimiz isimler, ama ‘şahsiyat’la değil, hakkaten toplumsal ruh halimizle uğraşan portreler bunlar. Portre okumayı çok seven, yazmaya da çabalayan biri olarak Tulgar bence, günümüzün en iyi portre yazarlarından. Bir de Ümit Bayazoğlu var, çok severim portre yazılarını, ama o kayıp.
Kitabın adı ‘
Bakışın Ritmi’ (İletişim). Önce ‘Kurucu şirret: Tuğrul Eryılmaz’ portresini hem severek hem de gülerek okuduğumu söylemeliyim. Ali İsmailimizi içli yazmış, ‘dünyayla sevişmiş bir çocuk’ olarak. Selo’yu yazmış siyasetin neşesi olarak. Can Baba’yı ‘Erotizma’ adlı müthiş şiirindeki ‘hüzünlü, iyicil ve şefkatli bir erkek cinselliği’ içinde yazmış. Ben en çok Vedat Milor portresini sevdim: ‘Kimyanın peşinde bir seri katil figürü’ başlığı, kendini heyecanlı bir polisiye gibi okutuyor! Ve insan hakkaten Milor’a bir ‘seri katil’ gibi bakmaya başlıyor! Biraz da öyle değil mi zaten, ‘kaburgadan koparılmış et parçalarını dişlerken’, adeta ‘Kuzuların Sessizliği’!
Tabii en şahanesi, Alpay için yazdığı yazı. ‘Eylülde Gel’in hüzünlü şarkıcısı, İlhan İrem’in ağabeyi, gençliğimiz, Ankara. 85 yaşında bir fidan. Deniz, Yusuf, Hüseyin ve kaşları kuştan çocuğumuz Berkin’i birlikte anan, bu ülkedeki nadir merhamet, vicdan sahibi olan romantik.
Bu yazı bir ritm tutturamadı ne yazık ki. Oysa ‘Bakışın Ritmi’nde sempati, antipati ve empatinin ritmi var. Var da ben olsam yine de romantik Alpayımızın yanında, topçu Alpay’ı yazmazdım ve onun gibi ‘zamane kahramanları’nı, değmez! Biz iyilerimizi yeteri kadar öne çıkaramazken, böylesi kötüleri de yazmayalım derim. Ahmet’ciğim senin kalemin daha iyilerine layık!