HAYDAR ERGÜLEN haydaree@yahoo.com
Oluşturulma Tarihi: Eylül 23, 2022 15:14
Mehmet Altun’un yeni şiir kitabı çok uzun bir ‘ara’dan sonra yayımlandı. ‘Misk-i Amber’ (İthaki Poetik, 2022) Altun’un üçüncü kitabı. Az kitaplı, çok şiirli bir şair o.
Mehmet Altun’un yeni şiir kitabı çok uzun bir ‘ara’dan sonra yayımlandı. ‘Misk-i Amber’ (İthaki Poetik, 2022) Altun’un üçüncü kitabı. Az kitaplı, çok şiirli bir şair o. Çok toplayan, çok süzen, az yazan da diyebiliriz, ‘ara’dan meramım da biraz bu. Şairin diyeceği çoktur çok olmasına da onu etkili söylemek, kalıcı kılmak, hem yazdıklarını hem şiirini unutturmamak da şairin işidir. Çok işinden biri diyelim.
Mehmet Altun da ironik bir biçimde ‘Misk-i Amber’, yani cennet kokusu adını verdiği kitabında, gerçi ironiğe de ironik demenin bir anlamı kaldı mı bilmiyorum, bu işi adeta hayat, memleket, geçmiş, dünya, insanlar ve tabiat gibi tüm bağlaşıklarımızı, eksik bir şey de bırakmamaya çalışarak ve bana da doğrusu Musa Eroğlu’nun çok sevdiğim türküsündeki “geçtim dünya üzerinden” dizesini de hatırlatarak, varlığıyla ilişkilendirerek uzun uzun söylemiş, yazmış, anlatmış, bağırmış, susmuş, durmuş, ama bunların hepsini her seferinde de yeniden başlamış gibi ya da yeni başlamış gibi yüksek bir coşkuyla yapmış.
Varlığı yalnızca ontolojik bir mesele olarak görmekle kalmamış Altun, şiiri de coğrafyayı da toplumu da varlığı bütünleştiren ya da parçalayan öğeler olarak yanından ayırmamış. Ortaya güçlü, sarsıcı, etkileyici bir toplam çıkmasında bu tutumu da önemli rol oynamış bence. 72 ve ‘sonsuz’ bölümden oluşan kitabı hem çok etkilenerek hem de uzun süreli ve soluklu bir şiir zevki alarak okuyuşumda da payı vardır bu söylediklerimin. Göz okuması yaptım ama içimden bir ses sürekli biçimde tekrarladı bunu, kendini duyurdu.
‘Misk-i Amber’, Mehmet Altun’un hem evvelce yazdıkları hem de bundan sonra yazacakları için bir deniz feneri olacak kanımca. Uzun ‘ara’dan sonra yazılan bazı kitaplardan bilirim, hiç de ‘ara’ kitap gibi durmazlar, aksine tam bir derlenme toparlanma, yol açma, ışık tutma gibi bir ‘yeniden inşa’ işleviyle belki de önceki ve sonraki kitaplardan daha çok okunur, sevilir, hatırlanırlar.
Büyük kitaplardan el almış, büyüleyici coğrafyalarda dolaşmış, bütünlüklü bir dünya tasarımıyla kurulmuş bir kitap ‘Misk-i Amber’, cennet kokusu da şiir olmalı. Hem şiiri de vatanı da bunca sadelikle, “Kalbini vatan sanan” diyerek dile getirmişse bir de! Sesi de yüksek bir şiiri özleyenlere, ben de onlardan biriyim!
///
Göz hakkı
Ergun Tavlan da azlığıyla, uzaklığıyla sürpriz şairlerden. İlk kitabı ‘Sesleri Alan’ı (Heterotopya, 2015) geç gördüm. O kitapla yaptı ilk sürprizi. Şimdi de ‘Görme Huyu’ (Everest) ile şenliği sürdürüyor.Ergun Tavlan da azlığıyla, uzaklığıyla sürpriz şairlerden. İlk kitabı ‘Sesleri Alan’ı (Heterotopya, 2015) geç gördüm. O kitapla yaptı ilk sürprizi. Şimdi de ‘Görme Huyu’ (Everest) ile şenliği sürdürüyor.
Şiirin klasik çizgisinden, okunma ve alımlanma biçimlerinden uzaklığını ya da başkalığını diyelim, kitabın daha içindekiler sayfasına bakarken anlayabilirsiniz! Zira üç bölümün başlığı sırasıyla şöyle: ‘Eğriler’, ‘Düz Eğriler’, ‘Düzler’.
‘Görme Huyu’nu ilkin şiirin tanımlanamazlığı düşüncesini pekiştiren, bu umudu güçlendiren bir şiir olması nedeniyle sevdim. Yazarken ‘bu şiir için ne diyeceğim’ kaygısını gütmediğim için de teşekkür ederim Ergun Tavlan’a. Yeni de değil eski de, lirik de değil epik de, anlatımcı da değil imgeci de... Bir de bu belirsizlik gibi görünen yapısından ötürü çok beğendim.
Şiir deyince sözle birlikte dil de sökün eder. Sökün etmekle sökmek, sökülmek arasında bir ses benzeşmesi yok yalnızca, sökün eden de kopup, sökülüp gelen. Ergun Tavlan’ın yaptığı da bu, dil terziliği. Sökün eden sözcükleri sökmek, yeniden dikmek. Türkçe onun elinde has bir terzinin diktiği yeni sözcüklerin sevinciyle dolaşıyor, “ben şiirim” demesine gerek yok, çünkü görülüyor. Sonra o sözcükler, kimselerin bilmediği ya da yazıya, şiire pek az düşen yerlerden, zamanlardan geçerek kitaba geliyor: “yenden yandan çekerek bollardım attım kazakları/abilerim yani attımlar benden beden küçüktü/gömlekler bollamazdı tilt olur onlar biliyorsunuz/kanatlık giydiklerini düşünün kuşların/yerler öpülsün çakılsın/yanpiri sarsak uçardım.” (‘Beyaz Yaka Hoyratı’ndan)Görmenin renkli mi renkli, seyirlik ve eğlenceli bir huy olduğunu da şiirden öğrenmek şaşırtıcı mı? Olsun. Tavlan’ın “ne tuhaf şairlerin/sürekli içlerine sürtünmesi /metal aşınıyor ve toz yok/yokluğun dili tuhaf” demesine benzer bir eleştiri yapalım. Şiiri kendi yazdığımız, anladığımız ve sevdiğimizden ibaret saymayalım. Uzun zamandır, “Şiir mi? Başkasının yazdığıdır” diyorum. Özellikle Ergun Tavlan’ın ‘aktüel kamera’ gibi gezipduran şiirini okurken şimdi.
Bir de meşhur klişedir, “şiiri anlayamıyorum” demek, mesele şiiri anlamak değil ki zaten, şiiri okurken neler anlayacağınızda! ‘Görme Huyu’nu okurken çok şeyi anladım, bak mesela şunu: “insanın küser hakkı vardır susar hakkı/zaman dediğin herkese aynı komaz/herkes gençtir geleceği düşünürken”.