Güncelleme Tarihi:
Ben patates, havuç gibi kökleri iyice yıkarım, bu yüzden dış yüzeylerini soyacakla soymam. Yenilemeyecek kabuklardan sebze suyu yapıp buz küpleri içinde dondururum. Bulgur pilavı pişirirken bu renkli ve lezzetli suları kullanmak harika olur. Ama sonra, benim üzerinde defalarca düşünüp taşınıp uğraşıp verdiğim bu mücadeleler yönetimsel sorumsuzluklarla güdükleşir, marjinalleşir hatta suç bile olur, yeri gelir.
David Evans, ‘Sıfır Atık/ Tüketim Kültürü ve Gıda İsrafı’ adlı kitabında tüm dünyanın en büyük sorumsuzluklarından biri olan işte bu tür israflardan ve bu israf modellerinin sebeplerinden söz ediyor. İsrafın yalnızca kişisel bir mefhum olmadığını, kitlesel ve ekonomik sebeplerle palazlanan bir huya dönüştüğünü söylüyor. Yani biz müsrif değiliz, şehirde yaşamak, paketli gıda satın almak, gıdanın görece kolay ulaşılabilir oluşu gibi ayrıntılar bizi öyle yapıyor.
Başlıktaki ‘Sıfır Atık’ ibaresini gördüğünüzde bunun yeni bir ‘Nasıl plastik şişe kullanmadan yaşarım’ rehberi olduğunu düşünmeyin. Evans kitapta, araştırmalara ve rakamlara dayanarak, çiğ ve pişmiş gıdaların nasıl olup da çöp kategorisine dönüştüğünün hikâyesini anlatıyor.
Bir parça brokolinin tarladan sofraya, oradan çöpe ve dolayısıyla maddi manevi bir zarara dönüşmesinin tüm bir arka planını inceliyor. Bu sorumsuzluktaki bireysel hatalar kadar hükümet bazındaki plansızlıklara, tarım politikalarının korkunçluğuna ve satış biçimlerindeki yanlışların ayrıntılarına dikkat çekiyor. Buna göre, paketlenerek satılan gıdaların mecburen o kadar ölçüde alınması en büyük sorunlardan biri aslında. “Brokoliyi tarladan kendiniz koparsaydınız bir kısmını keserek almanız mümkün olabilirdi. Ya da doğrudan üreticiden satın alsaydınız istediğiniz miktar konusunda rahat olmak sorun olmayabilirdi. Ama markette bunu yapmak imkânsız” diyor.
Ben Türkiye’de gıdanın maddi şartlar yüzünden zaten az alındığını, bu yüzden israfın satın alma aşamasında yaşanmadığını düşünüyorum.
Bizdeki sorun piştikten sonraki çöpleşme, yemek pişirirken aşırı su ve enerji tüketimi ve ev dışındaki gıda üretim biçimlerinin müsrifliği olabilir.
Evsel gıda atıklarının sosyolojisi üzerine nefis bir araştırma diyebileceğimiz bu kitabı bin bir zorlukla satın alınan ve bir o kadar zorlukla pişirilip taşırılan gıdaların nasıl olup da çöp kategorisine dönüştüğünü ve dönüşmemesi için neler yapılabileceğini merak eden herkes okumalı. Bir de çok merak ediyorum, ‘çöp sosyolojisi’ üzerine çalışan akademisyenler var mı? Keşke olsa, çünkü insana ve topluma dair hemen her şey o kötü kokulu kutularda.
KİTAPTAN...
Bozulmuş fazlalık gıdaları toptan kurtarmanın çeşitli yöntemlerinin yanında, henüz tamamen bozulmadan çöpe gitmekten kurtarılan gıdalar da var. Örneğin ‘kötüleşmek üzere’ olan gıda hâlâ makarna sosu, köri sosu gibi daha karmaşık tariflere katılıp kamufle edilebilir. Benzer bir şekilde, bazı aileler peynirlerin küf toplamaya başlayan kısımlarını keser ki küf diğer parçalara da bulaşmasın. Bunun aksine, bir gün Wez’in evindeyken onun dolaptan çıkardığı patates kekinin hepsini kenarından bir kısmı küflendi diye çöpe attığını gördüm. Kekin küflenmeye başlayacak kadar eskimiş olması, Wez’in onu yememesi için yeterli bir sebepmiş. Büyükanne ve büyükbabasının ekmeğin küflenmiş kısmını kestikten sonra kızartıp yediğini hatırlayan Wez, kendini ‘küflü yemek yiyecek kadar da iddialı’ görmüyor. Araştırmamın bir noktasında, kendini ‘nispeten yoksul bir geçmişten sıyrılabilmiş bir kişi’ olarak tanımlayan Wez’e göre bozulan gıdayı çöpe atabilme lüksü onun sınıflar arası başarılı yükselişine işaret ediyor.
SIFIR ATIK
TÜKETİM KÜLTÜRÜ VE GIDANIN İSRAFI
David Evans
Çeviren: Burcu Yeşil
Yeni İnsan Yayınevi, 2020
128 sayfa, 20 TL.